28 Mart 2014 Cuma
İyi olmak için aşk olmak gerek, aşık olmak değil

Sabahın altısında gittim Resul reisin yanına yine rakı yapıyordu kendi çapında. Girdiğim gibi içeri bağırdı;
-Halk ne kadar uykucuysa devlet o kadar soysuz olur Can dostu. Aklından çıkarma.
Biraz ayarsızdır Resul reis bir anda bağırır bir anda sessiz kalır, bazen sebepsiz ağlardı. Sebebini bilmiyoruz ya sebepsiz sanırız aslında. Hiç bir arkadaşım bilmez Resul reisi tanıştırmadım, isterdim tanısınlar ama yabanidir Resul reis vurur masaya güm diye ağaç kabuğu elleriyle. Sonra Zeki Müren açar tekrar oturur yerine ağ istif eder.
Namaz kılmaz oruç desen zaten yarı aç. Tanrıya küfreder ama hayatının boktan olduğundan değil. Bize göre boktan olan hayatı ona göre normal insan yaşamıdır. Kafasını kaldırmaz hep başı yerde söver gelmişe de geçmişe de. Dediğine göre bir yerde hata yapmış. Tanrı yapamamış insanı. Sevgisiz insan mı olurmuş. Balıklar bile eşlerini severmiş, o öyle görmüş.
Pek severim Resul reisi delidir, sinirlidir ama dürüst adamdır yalanı yoktur ama dilinin ayarı da yoktur. Kalp kırmayayım sözcüğünün anlamını bilmez eksiğini kızgın kurşun gibi vurur suratına “açığını ört, insanlar kötü, sende kötüsün iyi ol !” der her zaman. Çizik bir plak gibidir biraz aslında söyledikleri hep aynıdır Resul reisin kırıktır biraz kafası. Karısıda bu yüzden bırakmış reisi, memleketin en güzel yerine taşınmış evlenmiş başkasıyla. Memleketin her karış toprağı güzel ama o kadının olduğu yer daha güzelmiş, çıplak ayaklarıyla bastıysa hele toprağa çiçek açarmış orada. Çocuğu varmış bir tane adını bilmem söylemedi hiç ama pek sever oğlum der; adı her neyse o çocuğa.
-Yaşamak olta ucundaki misina kadar sağlam Can dost. Sen ne kadar sıkı tutsan da balık bile kopartır bazen misinayı nerede kalmış senin ağırlığın.
Yaşama sevdalı ölümü pek takmaz evinde kaçak rakı yapar reis. Devletin rakısı hem kötü hem pahalı, ayrıca sarhoş olmak için devlette para mı ödenir. der reis. Ayda bir kaç kez giderim yanına benden başka gideni de olmaz zaten ben şarap alırım o renkli içkiler içmem balığın görüşüne ters der rakı doldurur kendine. Nasıl görür ki balık dünyayı onu da bilmem.
Tuhaf adamdır vesselam. Çoğu zaman ne dediğini bile anlamam durup dururken. Yaşısın toprağı yaratan Tanrı. Ama mümkünse insandan biraz daha iyi yaşasın’der. İnsanı yaratmış insan gibi olmuş yazık kim bilir ne hayaller kurmuş diye devam eder. Bazen hiroşima gibi ıssız eder gönlümü. Bazen mahşer günü gibi unuttuklarımı hatırlatır.
Bir keresinde elime tunç atıp -Yakala ! diye bağırdı. Dev sesli minik adam ödümü koparttı. Düşürdüm tunç bilyeyi suya battı.”Hayatı ıskaladın Can dost. Bir saniye tereddüt ettin kaçtı ellerinden. Etme !” dedi. İyilikten bir saniye bile uzaklaşma insan gibi yaşa der Resul reis. Daha yapamadım dediğini. İyi olmak için aşk olmak gerek, aşık olmak değil diyor.

Aşk olmak nasıl olur reis ? Bağırmadan söyle. Sesinin şiddetinden değil, söyleyeceğini yapamayacağımızdan korkuyorum.
Plastik lazım bize.

İşte o adamlar için bekaret zarının plastiği yapılsaydı eğer biraz daha fazla sevebilirdiler yattıkları kadınları.
Erkek sevişir zampara olur, kadın sevişir fahişe…
Ben çok seviştim. Bir kaç kişinin elinin parmaklarının toplamından biraz daha fazla kadınla seviştim bu beni zampara mı yaptı ?
Ne yani hiç mi duygu olmadı en azından birinde bile ?
Hiç mi yaralanmadım bende ?
Hiç mi ağlamadım sevişikten sonra ?
Neden sevişmek bu kadar dilimizde, bu kadar uygulanabilir.
Neden bu kadar plastik ?
Ve neden bu kadar yasak ?
Sevmekten türememişmi sevişmek kelimesi de, işmek tarafını öldürdüğümüzde geriye salt sevgi kalmadı mı elimizde ?
Kadınları bilmem de biz erkekler az orospu değiliz şeyhim. Namus belasına düşeriz mapus damlarına ve damdan çıktığımız ilk günün gecesinde aklımızdaki ilk şey bir kadını becermek olur. Bir miktar para ve işve karşılığında. Orospuluğa bu kadar ihtiyaç duyan ama onu lanetleyen erkek soyu aslında orospuların en kudretlisidir ve cenneti kerhaneye çevirdiğini söyleyen tanrı da onların yandaşı, suç ortağı, aynı kaba sıçanıdır.
Bekaret dediğimiz şey tecavüze uğrayan bir kadın için de aynı mıdır ? Ama sevişmemiş ki o kadın. Meçhul bir orospunun saldırısına uğrayan kadın meçhul bir zamanda kaybetmiş bekaretini. Ne yani fahişe mi şimdi bu kadın ?
Keşke plastikten olsaydı bekaret ve yenilenebilir olsaydı o zaman daha mutlu olurdu bekaret kanını alnına sürüp zafer çığlıkları atan zibidiler.
Ama başa çıkamıyorsak bu kanlı ayinden. O zaman. Bence kadınlar da uygulamalı bunu seviştikleri her adamın aletlerine bir yara açmalı, şöyle geçmeyecek cinsten kalıcı bir işaret olmalı ve daha önce sevişmiş veya sevişmekten daha aşşağılık olarak sikişmiş olan adamlara da fahişe,orospu,yollu gözüyle bakılmalı. Hoş bir erkek soyunun rahatsız olmayacağı bir durum olurdu herhalde. Ne kadar orospuysak o kadar havalı ve cüretkar oluyoruz nasılsa. Kendimi daha bir insan daha bir önemli sayıyoruz. Orospuluğun prim yaptığı tek ırktır herhalde erkek ırkı. Orospuluktan bile kendimize pay çıkartabiliyoruz yaşasın mutlak erkek üstünlüğü ! Nede olsa tanrı da erkek. Ben demiyorum isa diyor bunu. Koskoca peygamber yalan söylemez elbet.
Bekaretini çakmak cebinde taşıyan kadınlar için bir rehber hazırlamak lazım.
Nasıl bakire numarası yapılır.
Daha önce sevişmemiş kadının utangaçlığı nasıl edinilir.
Pantolununu indiren erkeğe nasıl başını eğerek bakılır.
Orgazmı belli etmemek için nasıl sessiz kalınır.
Nasıl olsa böyle durumlardan hoşlanıyoruz. Sadece ben bineyim diye bir sözümüz var bizim. Aksini iddaa eden gavattır diye bir sözümüz daha var. Nerede bunları söyleyen şu gavatlar.
Erkeğiz, günahımız büyük. Kadınları sevemiyoruz. Affet tanrım diyeceğim ama oda erkek.

Affet Havva ana. Erkeğiz sonuçta sanada tecavüz etmediğimiz ne malum ?

 
Küfürlarousse: AKP’nin Hakaret Ansiklopedisi

Vatandaşa: “Burası Sakatatçı Dükkanı Değil”
Erdoğan, Uşak’ta konuşmasını yaparken bir kişi, elindeki ‘satılık böbrek’ yazılı dövizini gösterince, ‘Bak! Satılık böbrek var diye ilan vermiş. Burası sakatatçı dükkanı değil!” dedi. Mayıs 2005

Anneye: “Senin Çocuğun Da İşsiz Kalsın”
Erdoğan, Keçiören İlçe Kongresi’nde bir vatandaşın, “Çocuğum işsiz” tepkisine “Senin çocuğun da işsiz kalsın. Otur, otur. Bana kişisel sorunla­rını getirme, genel sorunları getir. Genel nerede ona bak.” Mart 2006

Çiftçiye: “Ananı Da Al Git Buradan”
Erdoğan: Şu anda çiftçiye ne verildiğinin farkında mısın? Kemal Öncel: Ne zaman? Erdoğan: Şimdi. Öncel: Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağlıyor. Erdoğan: Hadi ananı al git buradan.” Mayıs 2006

Askere: “Askerlik Yan Gelip Yatma Yeri Değildir”
Balıkesir’de TOKİ konutları toplu açılış törenlerine katılan Erdoğan, Şehit cenazesi görmek istemiyo­ruz’ diye tepki gösteren kişilere “Askerlik yan gelip yatma yeri de­ğildir” diye cevap verdi. Eylül 2006

Gazetecilere: “Bunlar Köpekleriyle Yatar, Köpekleriyle Kalkarlar”
Erdoğan, seçim çalışmaları çerçevesinde Sivas’ta halka hitap ederken şöyle dedi: “Ama, bunların şu anda yandaş medyaları var. Yandaş med­yaların oralarda yandaş köşe yazarları da var. Bunların sevgili kö­pekleri vardır onlarla yatarlar onlarla kalkarlar.” Şubat 2009

Vatandaşa: Artistlik Yapma
Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehmet Meh­di Eker, seçim gezisinde Bitlis’te AKP seçim bürosunda derdini an­latmak isteyen bir kişiye, “Artistlik yapma, sesini yükseltme” diye­rek tepki gösterdi. Mart 2009

Doktorlara: “Marjinal Gruplar”
Sağlık çalışanları, “Tam Gün Yasası ve Performansa Dayalı Ücret Uygulamasını” protesto etmek, “özlük haklarının korunmasını” is­temek amacıyla yurt genelinde iki günlük iş bırakma eylemi başla­tırken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, eylemi, “Küçük marjinal grup­lar olabilir” diye yorumladı. Nisan 2011

Görme Engelli İşçiye: “Gözlerin Görmediği Halde Sana İş Vermişiz”

Sorunlarını anlatmak isteyen görme engelli geçici işçi Nurullah Mehmetoğlu, Sağlık Bakan Akdağ’ın yanına gelip taşeron firmada çalıştıklarını belirtti: “Biz burada asgari ücretle çalışıyoruz. Koşulların iyileştirilmesini is­tiyoruz.” Bakan Akdağ, “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz. Daha ne istiyorsun? Para kazanıyorsun değil mi?” diye sordu. Mayıs 2011

Deprem Çadırına Saray Benzetmesi
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, deprem çadırlarını incelerken ya­nındaki Diyanet İşleri Başkanı’na dönerek, “Sayın başkanım yani biz de bir çadırla burada mekan tutalım” diye espri yaparken, yak­laşık 10 kişinin kaldığı bir çadırın önünde de “Koskocaman sarayda oturuyorsunuz hiç gel dediğiniz yok” dedi. Ekim 2011

2B Mağduru Vatandaşa: “Haddini Bil, İşine Gelmiyorsa Alma”
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve Aksulu grup arasında­ki 2B tartışması bir vatandaşın lindeki tapularla protestosunu sürdürme­si üzerine gerginleşti. Eroğlu, vatandaşa, “İşine gelmiyorsa alma. Devletin arazisi” diye karşılık verdi. Bakan Eroğlu ve vatandaşlar arasındaki karşılıklı atışmalar AK Parti Antalya İl Başkanı Mustafa Köse’nin araya girmesiyle biraz sakinleşti. Köse, rayiç bedellerin yeniden düzenlemesi için konunun Başbakan Re­cep Tayyip Erdoğan’a aktarılacağını söyledi. Aynı kişinin araya girmeye çalışması üzerine sinirlenen Bakan Eroğlu, ‘Haddini bil’ diye bağırdı. Şubat 2012

Vatandaşa: “Bir Takla At Da Göreyim”
Erzurum’da 5 TEDAŞ işçisinin öldüğü gölette incelemelerde bu­lunduktan sonra Pasinler’e giden İçişleri Bakanı Şahin, kendisini gördüğü için sevindiğini belirten bir vatandaşa, “Nereden bileyim sevindiğini, hadi bir takla at, oyna da göreyim” dedi. Şubat 2012

Bu Topraklar Kiralık Hıyar Tarlası Değil
İçişleri Bakanı îdris Naim Şahin, Ağrı’nın düşman işgalinden kurtu­luş törenlerinde yaptığı konuşmada “Bilmeliyiz ki bu topraklar bi­zim için kiralık sebze bahçesi değil, kiralanmış buğday tarlası de­ğil, kiralanmış şeker pancarı tarlası değil. Ya?.. Kan akıtılmış, can verilmiş, yerin altında bir dünya oluşturulmuş aziz ve kutsal vatan toprağı” dedi. Nisan 2012

Gazetecilere: “Sizi Tasmalarınızdan Kurtardık”
Recep Tayyip Erdoğan: “Medyada da akbabalar var. Sizi tasmalarınızdan kurtardık. Şimdi ise boyunlarında uluslararası tasmaları taktılar.” Mayıs 2012

"Bir Kaç Mehmet Öldü Diye Meclis Toplanmaz"
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, CHP’nin TBMM’nin toplanmasına yönelik çalışmalarını eleştirirken, “Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis’i toplamayız” dedi. Ağustos 2012

"Gazilik Şehitlik Sektör Oldu"
Daha önce askerde yaşamını yitirenlerin yakınları ile gazilerin Başbakanlık önünde yaptığı protestoda gaziler Başbakanlık korumalarının saldırısına uğramış, orantısız şiddete maruz kalmıştı. Bu olaydan bir süre sonra Erdoğan bir televizyon programında şöyle dedi: “Şehitlik ve gazilik adeta sektör oldu” Ağustos 2012

Sporseverlere: “Terörist Holigan”
Erdoğan, Uluslararası Bayanlar Tenis Şampiyonasında Bakanları protesto edenler için de “terörist hollganlar” nitelendirmesi yaptı. “İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda yaşanan görüntüler Türkiye’nin imajını yaralıyor. Bel­li bir grup, holigan olarak, bunlar terörist hollganlar, çirkinlikle sa­lonu tahrik ettiler.” Ekim 2012

Cumhuriyet Bayramı Kutlayanlara: “Marjinal Gruplar, Ergenekoncular”
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, CHP’yi 29 Ekim kutlamasına katılanlar hakkında şöyle dedi: “Orada kimlerin olduğu belli, ulusalcılar, Ergenekoncular.” Ekim 2012

Atanamayan Öğretmenlere: “Oy Vermezsen Verme”
Erdoğan, Gaziantep’te Organize Sanayi Bölgesl’ndeki Beşler Grup’a ait nişasta ve yem fabrikasının açılı­şına katıldı. Bir öğretmenin “Şubat’ta atama yoksa oy da yok” sö­züne karşılık veren Erdoğan, “Al onu kendine sakla. Tamam ken­dine sakla. Sen vermen gereken yere ver. Sen kendine sakla” diye konuştu. Ocak 2013

Asgari Ücretliye: “800 Tl İyi Para”
Asgari ücretle İlgili eleştirileri yanıtlayan Çalışma ve Sosyal Güven­lik Bakanı Faruk Çelik, “800 lira iyi para. Peynirin, ekmeğin, zey­tinin fiyatı bellidir. Geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz” diye konuştu. Mart 2013

Çevrecilere: “Nankörlük Yapma Otur”
Şırnak’ta Silopi Termik Santrali’nin açılış törenine katılan Erdoğan, konuşması sırasında kendisine tep­ki gösteren bazı izleyicilere :”Nankörlük yapma, sus nankörlük yapma. Ekmek bulamazsınız yemeğe, ekmek gelin­ce de tepersiniz.”
Neticede aşk kelimelerden ibaret değildi.

Kadın bir köprü altı orospusu gibi bakıyordu tüm yüz hatlarına, öylesine bitkin ve ruhsuzdu, sanki etinden ruhunu alınmıştı. Bedenine giren her tohum tanesi ve hayat döl yatağında birikmiş çamur kadar değersiz duruyordu onun için.
Kim bilebilirdi ki yaşamın bu kadar değersizleşebileceğini.
Adam hiç acele etmiyordu aslında bir fark vardı ama kadın uzun zaman önce ölmüştü farkına varmıyordu. Sevişmenin içindeki ince tınıyı duyamıyordu. Adam hiç acele etmiyordu ve sadece kadını seviyordu. Dokunmak, okşamak, öpmek yada başka bir samimiyetsiz sikişmek dürtüsü değildi adamın yaptığı. Adam kadını hissediyordu her tensel temasta ve ruhunun sıcaklığıyla, bir parça daha aydınlandı kadının gözlerindeki derin kuyu.
Adam dudaklarını ölmüş, hissiz kutsal kasesine değdirdikçe tekrar hissetmeye başladı kadın. Kelimeler yetmezdi duyguları anlatmaya ve aşk kelimelerden ibaret değildi sadece. Çamur dolu döl yatağı aklandı her öpüşte, kadın dirildi her ter damlasında ve konuşulmayan her saniyede. Sarıldı en dibine seyir aldı adam ve birlikte ulaştılar yaşanabilecek zevkin en sonuna, ruhları karıştı birbirine. O anlık hayata döndü kadın ve bir boşalma süresi boyunca ölümsüzleşti.

Neticede aşk kelimelerden ibaret değildi.
Darwin'in "Tavuk Toplum" tarifi!


Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir.  Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.  Uçamayanlar ise tavuk olur...
"Tavuk toplum", önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!.”

Eyvah yanlış erkek !

 Doğru erkek yada doğru kadın var mıdır ?
-Vardır.

Yani yıllardan insanlar bu kadar aşk acısı, bu kadar aldatılma ve boşanma yaşıyor. Evlilikler, birliktelikler, verlmiş sözler bir anda parçalanıyor ama asıl olayın doğru kadın veya doğru erkeğin yanlış düşünülüyor olduğunu pek anlamıyoruz.
Neyse, oturdum masaya gazetelerin mutlu pazarlar köşesindeki yazarlar gibi bildiğiniz şeyleri yazacağım size. Çünkü canım sıkılıyor :ı
Can dostum diye bir film vardı oradaki repliği severim;
 ”Aslında bakarsan evlat, sen mükemmel değilsin ve o da mükemmel değil. Bu önemli değil, önemli olan ikiniz birbiriniz için mükemmel misiniz ?”
İşte bütün işi özetliyor bu replik. Sen mükemmel bir sevgili buluyorsun hoşlandığın, güzel konuşan, kibar, kültürlü vs. vs. ama bir dakika senin sevdiğin şeyler bu mu ? yoksa sen sadece belli bir toplumun oluşturduğu kriterlere göre mi seçim yapıyorsun ?
Biz farklı yaratılmadık. Aynı şeyleri yiyor, aynı şeyleri izliyor ve aslında çoğu zaman aynı şeyleri düşünüyoruz. Sadece bulunduğumuz toplumun bizi “erkek adam şunu yapar, hanım kızlar bunu yapar” zorlamasından dolayı oldu. annenizin söylediği gibi iyi kızlar cennete gitmiyor arkadaşlar.
Birlikte olduğunuz adam/kadın’ın hatalarını “İNSAN” gibi dile getirebilirsiniz. Bir adam yolda bir kadına bakıyorsa bu onun “ulan taş gibi hatun, bu varya ne sevişir be” gibi birşey düşündüğü anlamına gelmiyor. Aksine ne kadar güzel bir kadın yada üstündeki elbise ne kadar güzel yada evet benim sevgillim de saçlarını böyle toplamalı ona da çok yakışır gibi şeyler düşünüyor olabiliriz. Tamam genelde o kadının kalçalarına bakıyoruz ama bu bizi kötü biri mi yapar :ı
Bir şeyden hoşlanıyorsanız bunu sizin gözünüzden anlamasını beklemeyin müneccim değiliz sonuçta mesela sevişirken ben bu pozisyondan sıkıldım, daha sert olanı istiyorum yada daha sakin ol tadına varmak istiyorum diyebilirsiniz bu utanılacak bir durum değil. Beyler sizde hayvanlaşmayın, sevişirken insan olun azıcık.
Giyinişini beğenmiyor musunuz ? o zaman kaldırın götünüzü de birlikte çıkın alışverişe. Bu kot sana hiç yakışmamış diyeceğine kalk ve yakışanı al. Sonuçta akşama sevişecek, konuşacak, birlikte film izleyecek olan sizsiniz biraz işin içine kendi zevkinizi de katın.
Makyajın bokunu çıkartıyorsunuz yapmayın canını yediklerim. Ten renginiz kahve rengi suratınız ak büyücü gibi. Yüzüklerin efendisindeki savaş boyasına bürünmüş orglara benzeyen hatunlara dönüyorsunuz. Daha kibar bir surat mümkün.
Biz o kadar da karmaşık yaratıklar değiliz. Çoğu erkek gününün büyük bir kısmını işte diğer olan kısmını da evinde geçirmek ister bildiğin evcimeniz biz. Evde siz sıcak olursanız bizde sıcak oluruz tamam istisnalarımız oluyor hödük olanlar var ama bu bizim değil sizin yanlış seçimlerinizden oluyor. Bacım, adam seninle mutlu değil ve büyük bir ihtimal ya baldızı kesiyor yada üst komşuyu :ı
"Benim sevgilimin ilk sevgilisi ben olacağım, ilk ben elleyeceğim" kafasında olan erkeklerden uzak duruyoruz. Hatta bırakıyoruz nesilleri kurusun pezevenklerin. Çok fazla insan tanıyın, çok fazla yer görün. Bazen hayatınızın aşkı ön sıranızda otururken bazen başka bir ülkede, başka bir dili konuşuyor olabilir. Sevgililikten korkmayın.
Hayatınıza çıkan ilk erkeğe aşık olmayın. Hatta mümkünse aşık olma işini en sona bırakın. Aşk da neymiş hele önce bir ilk kavganızı edin bakalım şöyle adam gibi bir bağırın birbirinize kavgadan sonra birbirinize orospu yada pezevek gibi cümleler kurmuyorsanız aşkı düşünebilirsiniz.
Farkettim ki buna devam edersem 2 saat daha yazarım, hızlı bir şekilde bitireyim artık. Hadi bakalım başka bir pazar görünümlü perşembede görüşürüz.
27 Mart 2014 Perşembe
Kapat çeneni de daha sert gir içime.



…..

+Adın neydi ?

-Can

+Tamam Can kapat çeneni de daha sert gir içime.

Herhalde her erkeğin hayalidir bu hatun ama böyle bir hatunun varlığından şüphelenmeye başladım yani asıl olay seks, arzu vs. değil. Asıl olay hatunun bu özgüveni.

Ne zaman amerikan filmlerinde bu sahne karşıma çıksa özenmişimdir bu olayı. Tabi hatun duvardan duvara vursun demiyorum fesatlaşmayın. Bu özgüvende bir hatun istiyorum direk lafı ağzıma vursun “-kapat çeneni çok konuşuyorsun.” diyebilsin bana ki geveze bir adamım beni susturabilecek bir hatun daha çıkmadı karşıma. Aksine ne zaman biriyle otursam daha çok konuşayım, saçmayayım diye ağzımın içine baktılar. Ben de dinlemek istiyorum ama hiç beceremiyorum. Zaten hiç de fırsat vermiyorlar dinlemem için biri de kalkıp bir sus amk birşey anlatıyoruz diye terslemiyor. Çünkü böyle hatunların varlığını sonlanmaya başladı iyice.

Sevgili olarak demiyorum, arkadaş olarak bile tanışmadım böyle biriyle ki bu bildiğin aradığım bir özellik. Kim aramaz ki ? Böyle kadınların nesli tükenmemeli. Hatunlarımızı alıp bir alana toplayıp özgüven yüklemesi yapmamız gerekiyor.

Biz sevgililerimiz “Ayyyy aşkımmmm olsun bir dahaki sefer yaparsın.” demesin “Bu işi doğru yaptğına emin misin ?”  yada “Becerebileceğine emin misin bak salak gibi bakıyorsun.” diyebilen güçlü kadınları istiyoruz. Yatakta bizim zevk almamızı değil kendi zevklerini de düşünen kadınları istiyoruz. Eline kırbacı alıp etrafta dolaşsın demiyoruz tabi ki gerektiğinde dünyanın en şımarık, şapşal insanı olsun ama ciddi bir iş sırasında aşk ve sevgiyi bir kenara bırakıp ağzımızın payını versin istiyoruz.
DARWİN'İN İLMİ, ŞEMS'İN İRFANI- Dücane Cündioğlu

I have tried lately to read Shakespeare, and found it so intolerably dull that it nauseated me.

Geçenlerde Shakespeare okumayı denedim, o kadar saçma geldi ki kusacak gibi oldum.
Kim söylüyor bu sözü?
İçinde yaşadığımız çağa damgasını vurmuş birkaç bilimadamının belki de en ünlüsü.
Din-Bilim çatışmalarının etkisi hâlâ süren en tartışmalı ismi.

Sevenlerinin nezdinde sadece bir dehâ değil, neredeyse bir aziz. Karşıtlarınca da —uzun söze ne hacet— kelimenin tam anlamıyla bir Deccal.

Peki ya bu fakire göre?

Doğayı, yani taşrayı, yani dışarıyı bilme arzusunun peşinden koşmak adına ruh dünyasına kıymış bir tutku adamı.

Her kahraman kadar zavallı.

Her âşık kadar acınası.
Charles Darwin’den söz ediyorum, anlama ve bilme tutkusunun şiddetine ancak hürmet duyulacak bir âşıktan.
* * *
Bilmek sadece beyne ızdırab değil, insanın gönlüne hasar da verir.
Bencilliğin en büyük zararı ben’in kendisinedir, yani tutkunun, yani, ne pahasına olursa olsun hakikati avuçlama hırsının.
Akıl ve zekâyı yoğun bir biçimde faal hâlde tutmanın insanın en değerli, en duyarlı yanını, yani hissiyat tarafını, eğer gerekli tedbirleri almazsa, nasıl da ezip yok edebileceğini gösteren nadir örneklerden biridir Darwin’in entelektüel yaşamı.
Böceklerin, bitkilerin, kuşların peşinde geçen nice yıldan sonra, yayımlanacağını düşünmeksizin, sadece çocuklarının okuması amacıyla, 1876’dan itibaren kaleme almış olduğu notlarının başlığı şöyledir:

Recollections of the Development of my Mind and Character
(Zihnimin ve Kişiliğimin Gelişimiyle İlgili Anılar)

Oğlu Francis Darwin’in derlediği bu anıların Türkçesi geçen yıl Daktylos Yayınevi tarafından neşredilmişti, oradan aynen aktarıyorum:

Otuz yaşıma ve hatta sonrasına kadar şiir okumak bana büyük haz verdi; hatta okullu bir çocuk gibi Shakespeare’den, özellikle de onun tarihsel oyunlarından büyük zevk aldım. Ayrıca eskiden resimden hoşlanır, müzikten ise büyük haz alırdım.

Peki sonra?
Sonrası çok acı!

Ama artık uzun yıllardır bir şiir dizesi okumaya tahammül edemiyorum. Geçenlerde Shakespeare okumayı denedim; o kadar saçma geldi ki kusacak gibi oldum. Ayrıca resimler ve müzik konusundaki zevkimi de neredeyse kaybettim. Müzik artık bana haz vermekten ziyade, genelde, üzerimde çalıştığım konu hakkında fazlaca enerjik olmamı sağlıyor. Güzel manzara konusundaki duygularımı koruyorum ama bu da bana eskiden olduğu gibi müthiş bir haz vermiyor.

Şiir, resim ve müzik, Darwin’in kaybettikleri işte bunlar. Kısacası haz.

Sanatla neredeyse alâkası kalmamış bir zihin. Belki bir hesap makinesi keskinliğinde, ve fakat bir o kadar da duygusuz! Çünkü hazdan mahrum.

Kavramlarımızı düşünce faaliyetiyle oluştururuz, yani beynimizi çalıştırarak, aklımızı da faal hâlde tutarak. Duygularımızı oluşturan ise, haz ve acı, lezzet ve elem’dir. Tecrübenin ta kendisi. Deneyimin, yani bütünüyle yaşamın.

Hesap makinelerinin kesinliği/keskinliği, ya duyguların yokluğu, ya da yitimi pahasınadır.

Beynim, geniş bir veri koleksiyonu içinden genel yasaları öğüten bir makineye dönmüş gibi görünüyor. Ama bu durum, niçin beynimdeki o daha yüce zevklerin yer aldığı kısmın körelmesine neden oldu anlayamıyorum.

Darwin hakikati taşrada aradı. Aradığını buldu da.
Ama taşranın hakikatini. Zahirin hakikatini.

* * *
Zavallı!
Bu sözcük, bir tahkir ve tezyif ifadesi değil benim nezdimde, sade bir tesbit ifadesi. Hemen düzeltiyorum: sade değil, sadece değil, aksine muhabbet ve hüznün eşlik ettiği bir tesbitin ifadesi.

Bütün estetik duygularımı böylesine garip ve acı bir şekilde yitirmeme rağmen...

Gerçekte, olup bitenin farkındadır Darwin. Kazandığı kadar, kaybettiğinin de.
Kelimelerin seçimi kendisine ait:

... loss of the higher æsthetic tastes...

İmdi, Cemil Meriç’i hatırlamamak mümkün mü, yaratan yaşayamaz, yaşayan yaratamaz diye haykırmıştı bir defasında.
İnsan denen hayvan, ne garip değil mi, duygularıyla yaşıyor; ve fakat aklıyla yaratıyor.

* * *

 
Marx ve Freud.


Belki birçoklarına garip gelecek ama bu iki ismin ne yaptığını anlamak/anlamlandırmak isteyenlerin evvelemirde Darwin’i mercek altına almaları gerekir. Çünkü Darwin’siz ne çağdaş iktisat ve toplumbilim, ne de insan psikolojisi adam gibi yorumlanabilir.
Çağdaş düşüncenin yönelimleri Darwin’siz, Marx’sız ve Freud’suz izlenemez.


Pek tabii ki bir de Nietzsche’siz. Şen Bilim, gerçekte Darwinci bilme tarzının eseridir. Hem de inadına.
[Michel Ruse’un hazırladığı Philosophy after Darwin / Classic and Contemporary Readings (USA, 2009) adlı devasa derlemeye kabaca da olsa şöyle bir göz atma imkânı bulanlar, sanırım, ne demek istediğimi anlayacaklardır.]


Burada şaşırtıcı olan şu ki postmodern felsefî eğilimlerin, o bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, yollu naifliğinin garip bir biçimde ideolojik zeminini yukarıda adı geçen dört ismin teşkil etmesidir, yani sırasıyla Darwin’in, Marx, Nietzsche ve Freud’un.
Demek oluyor ki Darwin okumayı göze alan, Shakespeare okuyacağı zamanlar kusacak hâle gelmeyi de göze almalı!
Ya Darwin, ya Shakespeare!
Ya Kant, ya Goethe!
Ya Fahreddin Razî, ya Şems-i Tebrizî!
Ya - ya da'yı kabul veya reddetmek kolay!
Öyleyse görelim bakalım, bir adam çıksın da şu âlemde, hakkını vermek suretiyle hem - hem de desin!
Yani mümkünse hem yaşasın, hem yaratsın!
Ne yazık ki bu pek mümkün değil ey talib, çünkü halk İsa’yı her daim çarmıhta asılı görmek ister.

Kaynak:Arşivlemesem olmazdı
Bir fahişenin duygu vizitesi.


Bir fahişe en çok neye sevinir ? Erken boşalan bir müşteriye mi ?
Bir bankacı en çok her sözünü kabul eden ürkek, yaşlı emeklileri mi sever ?
Tanrı en çok onun için savaşıp kan dökenleri mi sever ?
Hangisi olur bilmiyorum ama hangisi olmaz biliyorum. Bir fahişe erken boşalan değil şefkatle boşalan bir adamı sever. Fahişe kelimesi o kadar da kötü olmasa gerek. Sonuçta sevgiyi saatle satın alıyorsunuz. Fedakarlık yapmadan, duygularınızı parçalamadan, ölmeden. Belli bir miktar paraya karşılık dünyanın en şanslı kişisi olabilirsiniz. Bence kutsal bir meslek bu, tanrı da böyle düşünüyor olmalı. Biz erkekler duygusal militanlar. Hangi kadının gönlünde patlatacağın tüm nefretimizi ? Bizi en çok sevenin mi ? Yada sevilmek için tüm güzelliğinden, masumiyetinden vazgeçebilecek olanda mı ?
Konulu bir pornonun baş kahramanıyız hepimiz. Konu sevmek. Amaç mastürbasyon. Hemde hiç saklamadan. Ulu orta. Peçete niyetine kullanılan yüzler. Tüm küstaslığıyla tüm evrene çamurunu boşaltan bizler.
Bir seri katile en sevdiği müzik aletini sorduklarında 30 santimlik bir tornavida cevabını vermiş. Siz hiç onun sesini dinlediniz mi demiş. Biz de bir o kadar severiz bir şeyleri delip geçmeyi aslında. Bir kadının kaburgalarından aşkı çekip aldığımızda çıkan ses bize zevk mi vermekte ? Bu kadar mı seri bir katil olduk ?
Aslında kendi adımı kendim vermek isterdim ve baba olmak. Ama çocuklardan nefret ederim. Belki de kendi çocuğum olmadı için sevmiyorumdur. Çocuğumun adını kendisinin koymasını isterdim. Tüm yeteneğini ve sevgisini gösterecek bir isim. Annesi kadar güzel bir isim. Bir kalem traşın içine girmiş en kaliteli kalem olmasını isterdim. Sivrildikçe kısalsın. Ürettikçe küçülsün. Kendisi ölümlü yazdıkları baki kalsın. Benim gibi ölümden değil unutulmaktan korksun isterdim. Bir kez ölmüş birini ölümle tehdit etmek zaten çok saçma bir şey. Tanrı her gün yapıyor bunu. Daha 23 yaşımda saçlarımın yarısı beyaz. Yaşlandığımı bu kadar erken söylemene gerek yok tanrım. Sırtımdaki acıtılmışlıktan anlayabiliyorum zaten bunu.
Bir müziğin içindeki nakarat olmak kadar keyif veriyor aslında sevmek. Diğer tüm kelimeler unutulur ama nakarat, nakarat hep yaşar. Şarkıyı unutsalar bile nakarat hep vardır. Başka bir yazarın başka bir şiirinde geçer. “Elbet bir gün buluşacağız.”
Evet sevmek diyordum. Ne kadar çetrefilli bir orospu aslında. Ne kadar güzel. Ne kadar alımlı. Makyajın altında seri katil saklayan bir sokak sürpüntüsü. Dünyanın en güzel fahişesi.
Ama unutmayın. Fahişeler mutluluğu belli bir ücret karşılığı kısıtlı bir miktarda verirler. Kullanırken dikkatli olmak gerek.
Din, Maneviyat ve Depresyon [Çeviri]

Din ve Maneviyat Bizi Depresif Yapıyor.
/ Dr. Raj Persaud ve Dr. Peter Bruggen
Şimdiye kadar, çalışmalar daima dini ve manevi inançların, kişiyi depresyona karşı güçlendirdiği ve daha sağlıklı olmayla ilişkili olduğu tezini az çok savunur nitelikteydi. Din ve maneviyatın, hayatın çılgınlıklarıyla yüzleşen herkesin ruh halini koruduğu düşüncesi, (kendileri de özellikle dindar olarak olarak bilinmeyen) psikiyatrlar arasında yaygın bir kanıdır.
Fakat bireylerin bir yıl boyunca takip edildiği uzun bir çalışma, dini inançlarla depresyon arasında zıt bir ilişki olduğunu gösterdi. Dinin ve yine herhangi resmi bir dinle ilişkisi olmayan maneviyatın, depresyondaki bir insanın depresyondan çıkmasına yardımcı olmadığı, hatta tetikleyici bir faktör bile olabileceği görüldü. 
Bir kaç farklı bölgede yürütülen bu çalışmanın anahtar bulgularından birisi, hayatın ruhani algılanışı şiddetli depresyona zemin hazırlar. Özellikle İngiltere'de, katılımcılardan maneviyata önem verenler, laik olanlara göre üç kez daha fazla depresyon dönemi yaşamaya meyilliydi.
Bu sonuçlar şaşırtıcıdır çünkü daha önceki çalışmalar dindar insanların alışkanlıkları ve daha iyi bir ruh sağlığına yardım eden yaşam biçimleri  olduğunu göstermişti. Böylece, diğerleri arasında uyuşturucu ve alkol kullanımına daha az meyilli olacaktılar.
Londra Ünivesitesi'nden Michael King'in liderlik ettiği bir ekip tarafından “Majör depresyon faktörlerinin oluşumunda belirleyici unsur olarak manevi ve dini inançlar: Uluslararası ileriye dönük bir araştırma” başlığı altında, depresyon ve dini ve manevi inançlar arasında derin bir bağlantı keşfedildi. Yedi farklı ülkede, pratisyen hekimler tarafından takip edilen 8.000 den fazla hasta altıncı ve onikinci ay sonunda muayene edildi.  İlgili merkezler İngiltere, İspanya, Slovenya, Estonya, Hollanda, Portekiz ve Şili'nin yüksek sosyo-ekonomik çeşitlilik gösteren kent merkezleri ve kırsal kesimleriydi.
Çalışma, psikiyatrinin en saygın akademik dergisi olan “Psychological Medicine – Psikolojik Tıp” dergisinde yayımlandı. Bu çalışma bir kaç Şili ve Avrupa üniversitesinden araştırmacılar tarafından yürütüldü.
Çalışma, din kavramını, mabede, camiye, kiliseye ya da sinagoga gitmeyi içeren inancın uygulanması olarak tanımlıyor.  Maneviyata önem vermek ise, resmi bir dini takip etmemek ama inançları ya da manevi deneyimleri olmak olarak tanımlandı.  Bir örnek vermek gerekirse bu, hayatına etki edebilecek kendisi dışında bir güce ve kuvvete inanan birisi anlamına geliyor.
Manevi bir hayatı ya da dinsel inançları olan kişiler, daha gerçekçi bir yaşam tarzı olanlara oranla depresyondan çok daha yoğun bir şekilde etkilendiler. Bununla birlikte bu bulgular ülkelere göre değişkenlik gösteriyor; İngiltere'deki manevi bir yaşam tarzı olan bireylerin, majör depresyonun etkilerine karşı daha savunmasız oldukları görüldü.
Tüm ülkelerde çalışmanın başlangıcında dini ve manevi inanç ne kadar güçlüyse, muhtemel depresyon riski de o kadar yüksekti.
Sonuçlar ülkelere göre farklılık gösterse de, dini temellere göre yaşam tarzıyla majör depresyon arasındaki ilişki açısından bakıldığında, sadece iki ülkede (Slovenya ve Hollanda'da) hayata dini pencereden bakmanın faydasına dair çok küçük bir kanıt dışında, maneviyatın her hangi bir koruma sağlayabileceği görülmedi.
12 ay boyunca depresyonun etkisi, inanç her ne olursa olsun benzer oranlardaydı (Katolikler %9,8, Protestanlar %10,9 Diğer dinler %11,5   belli bir dini olmayanlar %10,8).
En güçlü dini ya da manevi inançları olan katılımcılar, 12 ay boyunca majör depresyona iki kat daha meyilliydiler.
Yine de, dini, manevi ya da seküler hayat anlayışı nispeten bir çok insana kök salmış görünüyor. Çalışma sırasında katılımcıların sadece çeyreğinden biraz fazlası görüşünü değiştirdi. Bu değişim, daha dindar bir yolu seçenlerde daha yüksek bir depresyon riskine eşlik ederken, daha seküler bir yolu tercih eden bireylerde risk azaldı.
Depresyon gibi yaygın bir mental rahatsızlığa doğru ilerleyen insanlar, acılarını azaltmak için “gerçeği arama”ya eğilimli oluyorlar. Daha önceki çalışma bu yüzden kırılgan ruh sağlığıyla dini veya manevi düşünce arasında bir bağ kurabilmişti.
Gerçek şu ki, ilgili çalışmanın yazarları, dini ve manevi bakış açısına sahip katılımcıları bir yıl takip ettiler ve bu katılımcılar mutlu bir birey olarak güçlenmekten çok, daha ziyade güç kaybettiler.
Daha önceki çalışmalar dinin önemli bir olay sırasında ya da sonrasında koruyabilme potansiyeli olduğu sonucunu vermişti ama bu konuda herhangi bir kanıt sunmamıştı.
Çalışmamızın yazarları onları, seküler görüşe karşı dini ya da manevi görüşe sahip olmanın, majör depresyon için zemin hazırladığı sonucuna doğru çekiyor. Daha önce de söylendiği gibi, bu inançlar ve ibadetler kritik olaylarla başedebilmek için şok emici olarak kullanılmıyor.
Fakat yazarlar birbirinden farklı olan ve diğer araştırmacılar tarafından elde edilen çok çeşitli sonuçların farkında olduklarını ve bunun nihai bir sonuca ulaşmayı zor hale getirdiğini söylüyorlar. Bununla birlikte eğer tüm bunların ışığında kesin bir şey söylememiz gerekirse, din/maneviyat ve psikolojik sağlık arasındaki ilişki muhtemelen çok düşük ya da hiç bağ yok.
Tüm bunlardan sonra yazarlar diyor ki, eğer dini inancın akıl sağlığı üzerine olumlu bir etkisi varsa, bunun daha çok çalışmayla tespit edilmesi gerekir.
Yeni Çağ hareketinin ve diğer geleneksel olmayan inançların hızla yükselmesi ve belkide diğer alternatif inançların kabulü belli bazı batılı sağlık sistemlerinde bir büyüme anlamını yansıtabilir. Çünkü aynı zamanda daha geleneksel dinler çok büyük bir taban kaybettiler.
“British Journal of Psychiatry- Britanya Psikiyatri Dergisi”nde yayınlanan ve Michael King ve Paul Bebbington'ın ekibi tarafından yürütülen bir çalışma,  maneviyata önem veren insanların manevi ya da dindar olmayanlara göre daha çok madde kullandığı ya da bağımlılık sahibi olduğu sonucunu verdi. Araştırmalarına göre bu insanlar aynı zamanda daha yüksek bir genel anksiyete, fobi ve nevroz oranına sahiptiler.
Profesör Michael King tüm bu çalışmaların bulgularını “dinden bağımsız olarak maneviyat, psikolojik kırılganlığa yol açması en muhtemel unsurdur” diyerek özetliyor.
Bu çalışmaya bakarak denilebilir ki, bir çok insan cevabı gökyüzünde ararken, daha az dindar ve manevi olanlar onu çoktan bulmuş görünüyor.
Çeviren : Murat Ayyıldız / Alfa Çeviri Ekibi
Bir delinin göz altı torbaları...



22 yıldır nefes alıyor bir kaç yıldır yaşıyorum.
Kendi yalnızlığımla konuşup kendime kızıyor ve kendi kararlarımı kimseden etkilenmeden verebiliyorum. Bir anda çırılçıplak sokakta koşabiliyor veya caddenin ortasında işeyerek adımı yazabiliyorum. Evet sizin de anladığınız üzere ben delirdim. İnsanların ne denli ahmak ve acımasız olduğunu anladığımda beynimden taşıp delirdim.
Korkuyorum. Korktuğumu söylemekten çekinmiyorum. Her korkumda insan olduğumu anladım korktukça daha fazla delirdim ve delirdikçe daha fazla insan oldum. Houdini’nin midesine yediği yumruklar gibi bende ansızın gönlüme yumruklar yedim. Her yumrukta daha fazla kilit açtım ve her çevirdiğim anahtar bana parçalanmış duygularım olarak geri döndü. Ben onlar parçalandıkça yok oluyorum sandım ama gerçekte olan etrafa dağıldığımdı, büyük patlama gibi her yana saçıldım kocaman bir duygusal evren yarattım etrafında. Şu büyük binaya tırmanan gorilinin adı neydi ? Godzilla mıydı ? Yok o dinazordu heh kral Kong, işte onun gibiyim artık artık hiç bir şey durduramaz beni çünkü ben deliyim. Ben bu evrendeki her zihnin varmak için can attığı son anım. Sanırım ben Tanrıyım. Evet evet. Bu evrende beni yargılayacak tek bir güç dahi yok, ben deliyim. Uyumuyor devamlı konuşuyor ve kimsenin görmediklerini görüyor beni hiç dinlemeyen insanlara vahiyler gönderiyor ve her defasında yanlış anlaşılıyorum. Evet evet kesinlikle ben tanrıyım.
Ben sonsuza kadar yaşayacağım. Siz bunu bilmeyeceksiniz ama ben acılarımdan arınıp sonsuz olacağım. Delirmenin en kötü yanı gerçekten düşünebilmektir. Sokakta gördüğüm insanların içinde bir melek mi yoksa bir iblis mi hapis olduğunu anlayabiliyorum. Çoğu deli dünyanın sonunun geldiğini düşüyor, bende öyle düşünüyorum. İnsanlık yok oluyor ! diye bağırıyorum. İnsanlık yok oluyor, her yerde sadece duygudan arınmış löp et.
O kadar az uyuyorum ki gözlerim artık birbirinden bağımsız hareket ediyor. Acılarımdan arındığımı hissederken acı çekiyorum ve Tanrı olduğumu bildiğim halde intihar etmek istiyorum. Tanrı ölür mü ? bence ölür. Sevgiden arındığında herkes ölür ama sevmekten vazgeçemiyorum. O yüzden uyumuyorum, uykumda ölürüm diye çok korkuyorum. Bir rüya görürüm rüyamda gördüğüm kadın beni terkeder ve bir anda sevmekten vazgeçerim, nefesim kesilir diye çok korkuyorum. Uykumda, uykumda, uykumda, uykumda ölmek istemiyorum istemiyorum, rum, rum, rum. Kelimelerim kafamda yankılanıyor. Ama çoğunlukla bu da zevkli çünkü kendimle selamlaşabiliyorum. Merhaba, merhaba, merhaba. Çoğu bana bile anlamsız geliyor ama aslında en anlamlı kelimeler olduğunu söylüyor etrafımdaki melekler. Annem de bir melek ama o üzülüyor delirmeme. Bu çok kötü değil mi ? Hayatta her şeyden daha fazla sevdiğin kadının nefes alma biçimini beğenmemesi. Siz hava çekiyorsunuz, ben çektiğim havaya bir anlam yüklüyorum. Bunun neresi kötü ki ?
Göz altlarımda düşler biriktiriyorum. O kadar güzeller ki rüyama girer de sabah onları hatırlamam diye de çok korkuyorum. Ya unutursam ! Tamamen kötülükten arındığında delirir insan. Tüm kötülüğünden arındığında gerçek bir Tanrı olur insan denilen et. Yakında intihar edeceğim o yüzden anlatıyorum size bunları, ben delirdim. Tüm kötü duygulardan arındığında ruhum intihar edeceğim dış görünüşümü bozmayacak bir yolla.
Beni güzel hatırlayın istiyorum. Nasıl olsa kelimelerimi unutup sadece yakışıklı veya çirkin olmamla ilgileneceksiniz. Kim bilir belki sizde delirirsiniz. Düşünsenize ne kadar da güzel olur. Uykusuz, mutlu ve kocaman bir kalbe sahip oluruz.
Devlet adam olsa - Mesela yani.


Güne Kayradan giriyoruz. Katil devlet bir gün vicdan azabı çekse, Mülayim Sert dayasa namluyu soğuk şakaklarına, hırsızlar teslim etse çaldıklarını, Tayyar yola gelse, Bilal zeki bir çocuk olsa, Çocuklar ölmese...
Mesela yani... 


Kayra - Mesela yani
dibin tutarsa bak telaşe,böyle zulme gülme,dinamit elde gidene dek bir bekle,mesela yani,yarına yeni bir tövbe gelse,keşke yirmi ton jöleyle beni de güldürenler olsa,mesela yani

verse 1

sefer taslı katil,ben mülayim sert'im ,ayakkabında taş misali ızdırabın emmi,yüzünden elli kez tren kazası geldi geçti,yirmi bin franga söyle kimde kral dairesi,ser bir paspas,kazma olsanız kazılmaz,ıslatıp kemerle dövseniz de bende tek silahgelir limon yerim masanda islah etsin,kan kusarken ıstakayla mıhlayın beni,bak yedirdim,meselayı yani,o gafti erkek ağzı burada anca(anca) sinek pisliği, ağzının tavanlarında kursalar salıncak sallanıp da kendi pisler,gider sifon çeker,hele bir destur aslanım,o bohça dörde katlanır,reste rest,benim elimde hacı bekir lokumları,sipariş ettim ölümü kendime gecikmesin diye,mermiler temiz mi? mesala yani..

nakarat

dibin tutarsa bak telaşe,böyle zulme gülme,dinamit elde gidene dek bir bekle,mesela yani,yarına yeni bir tövbe gelse,keşke yirmi ton jöleyle beni de güldürenler olsa,mesela yani

verse 2

amorti kazım elde son biletle yolumu kessin,kenefe talip olma şansı sade bana nasip,tepem atarsa tek bir an,uçan kafayla son sözüm amigo orhan,ölümü zorladın dün akşam,gözleriyle kan çeken bir evde şimdi gölgen,ızdırabı jaws olup da güçle dişleyen,hele bir bak ne diyecem;lüzumsuz öfkelerle beslenirken orada kibre saplanıp da ölmesen,son üçlük ve jordan,full dopingle armstrong,uche kırık bacakla zıplasın rüyana paydos,kalbi son vapurda şöyle martılara da fırlat,yeraltında kara kuşakla korkusuz bu korkak,çek kopar,kürsülerde bol kesimli martaval,istesen de gizlemez vebali hiçbir leş fular,full zarar,tek bir hamle dakikasında voltran,şimdi şarkı ismi belli;mesela yani..

nakarat

dibin tutarsa bak telaşe,böyle zulme gülme,dinamit elde gidene dek bir bekle,mesela yani,yarına yeni bir tövbe gelse,keşke yirmi ton jöleyle beni de güldürenler olsa,mesela yani  

26 Mart 2014 Çarşamba
Her Şey İlk Söylediğin Gibi Kalsın



“Bu memlekete kim zarar verdi, onu konuşalım bir de. Cezaevindeki çocuklara işkence ettiler. 19-20 yaşındaki çocuklara sokaklarda pusu kurdular, öldürdüler. Üçüncü köprüyü yapmak için milyonlarca ağacı kestiler. Kuşların bile göç yolunu değiştirdiler. Bize de bu arada köprünün adını tartıştırdılar. İstanbul’da kalan son doğa parçasını katledecek köprüye verilecek en uygun isim Yavuz Sultan Selim’dir zaten, bunun daha nesini tartışıyoruz ki. İşte bu icraatları yapanların hiçbiri içki içmiyor. Memleketin anasını meyve suyu içenler sikti.

Biz Cine 5’i şifreli izleyip otuz bir çekerken, bize ahlak dersi verenler çoluğa çocuğa tecavüz etmiş haberimiz yok. Biz bakkaldan gofret çaldık diye yirmi senedir vicdan azabı çekerken adamlar koşan atların nalını çalmış haberimiz yok. Ben dört buçuk milyon dolar çalsam, benim babam da karakola gelirdi. Polisleri görevden almaya değil, beni dövmeye gelirdi. Ama gelemez. Çünkü elli yaşında öldü. Kaldırıldığı devlet hastanesinde yeterli teçhizat olmadığı için Bursa’ya sevk edilirken ambulansta öldü. Çünkü o hastaneye teçhizat alınması için kullanılması gereken paraları çaldılar. Onlar babalarının nüfuzuyla çalarken biz babamızı mezara koyduk. İşte cezaevlerinde yatanlar değil bunlardır gerçek hırsızlar! Sadece para pul mevzusu da değil konu. Türkiye’nin ruhunu çaldılar. Ruh hırsızları! Hatıra hırsızları! At hırsızları! Kuş hırsızları! Amına kodumun hırsızları! Üçüncü köprünün adını da Bilal Erdoğan köprüsü koyun…”

_____________________________________________________
Emrah Serbes

Ot Dergisi, Şubat 2014
Her Şey İlk Söylediğin Gibi Kalsın isimli yazısından alıntıdır.
Gençlere yalan söylemek yanlıştır.

Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrının gökyüzünde oturduğunu ve yeryüzünde
İşlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğinizi. Gençler halktır.
Güçlüklerin sayısız olduğunu söyleyin onlara
Yalnız gelecek günleri değil, bırakın da
Yaşadıkları günleri de açıkça görsünler.
Engeller vardır deyin. Kötülükler vardır.
Ama varsa var ne yapalım: Mutlu olmazlar ki
değerini bilmeyenler mutluluğun demeyin
Gençler, rastladığınız kusurları bağışlamayın,
Tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar
Ve ilerde çocuklarımız, öğrencilerimiz
bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar.


Yevgeni Yevtuşenko
Delirmelerin öteki duvarı.

Kosova ve Sırbistan’da George Georgiou tarafından çekilen akıl hastaları.
Delirmelerin öteki duvarı.

Biz çocukken


Ben çocukken; sabah kahvaltılarında salçalı ekmek ve çay olurdu, bakkallarda haftada bir alınabilen tipitip amca sakızları, haftada bir süt alınır onunlada hemen yoğurt yapılırdı.

Ben çocukken; yoğurtlu ekmek vardı. arkadaşlar arasında para toplayıp top almalar olurdu, bizim mahalle topumuz vardı. kuru bir tarlamız adına mahalle sahası dediğimiz toprağı sıcakta çatlamış kurak araziler olurdu.

Ben çocukken; eski eşyalara plastik leğen veren seyyar satıcılar olurdu. Bir leğen için uzun uzadıya pazarlık yapan anneler vardı. Sen bir demet mandalın değerini bilemezsin derdi.

Ben çocukken bir tane pantalonum olurdu okulda giyerdim ve sokakta ters çevirirdim dışı kirlenmesin diye. İki çift çorabımız olurdu biri yıkandığında diğerini giyerdik.

Ben çocukken; çizgi filmlerimiz ve yıldız ablamız vardı. Voltranı oluşturur, Gölgelerin gücü adına güç bende artık diye bağırırdık sokakta ve güç bizim olurdu.

Ben çocukken; aşklarımız olurdu karşı komşunun evinde yaşayan ”-aga o kız benim.” derdik. Romantikliğimizin everesti olurdu; okulda kendimiz açken ona ısmarlağımız tostlar.

Ben çocukken; yoktu öyle bilgisayar falan ve televizyon hep açık olmazdı elektrik parası çok gelir diye. Bilyelerimiz vardı ben çocukken beceremezdik de oynamayı ”hüptüm” diye bir sözümüz vardı, kazanmaktı anlamı ama hile yapmadan dostça hüperdik biz arkadaşlarımızı. Hile haramdı.

Ben çocukken; mahalle delikanlılarımız vardı. Köşe başında oturur yoldan geçenlere bakardılar. Ablalarımız sokakta rahat gezsin diye diğer mahallenin çocuklarını döverdiler. Acımasızdılar, gereksizdiler ama temiz kalpliydiler.

Ben çocukken; aysel ablayla murat abinin mektuplarını taşırdım gizli gizliye. Murat abi her mektup için kağıt helva alırdı bana çıtır çıtır. Evlendiler sonra çocukları oldu şimdi.

Ben çocukken; pazar kahvaltıları vardı. Terayağı çıkardı masaya pazar günleri ama annem sürerdi ekmeklerimizi çok kalın sürmeyelim de hemen bitmesin diye yağ. Bazı bayram sabahları sucuk yerdik. Bol yumurtalı sucuk olurdu sofrada hiç artmazdı hemencecik biterdi.

Ben çocukken; hayat fakirdi öyle her sene yeni çanta alamazdık. Pilot kalem kullanmazdık defterlerde ki yeniden silip yazalım üstüne diye ama biz çocukken hayat güzeldi; biz çocuklara ve aşklar iki günlük olmuyordu. Seni seviyorum demek için yıllarca bekleyen insanlar oluyordu. El ele tutuşunca kızaran yüzler oluyordu. Tüm komşular birbirini tanıyordu.
Biz çocukken kalpler henüz aydınlıktı.
Kim kimdir ? - Rüştü Asyalı

İstemem Eksik Olsun (Tirat- Cyrano De Bergerac)



- Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
dürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!
Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
“Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
İstemem!
İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek…
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek…
Tek başına…
Özgür olmak…
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak…
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak…
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak…
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.
Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?
..
..
Sus..



Rüştü Asyalı Kimdir.

Rüştü Asyalı; 1947 de Elazığ’ın Ağın ilçesinde dünyaya geldi.
Lise öğrencisiyken Ankara'da Halkevleri Genel Merkezi'nde açılan tiyatro kurslarına katılarak mesleğe ilk adımı atan Asyalı, 1963'te Ankara Radyosu Çocuk Saati ekibinde yer alarak "temsil kolu sanatçısı" olarak mikrofonla tanıştı. Ankara Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümü sınavına girdi kazandı 1970 yılında Mezun olduktan sonra Devlet Tiyatroları sanatçısı olarak profesyonelce Ankara Radyosu Çocuk Saati'nde canlandırmaya başladığı "Keloğlan" oyunları Türkiye Radyoları'ndan yayınlanırken, dinleyicinin beğenisini, ve sevgisini kazanınca, film yapımcılarının önerisiyle sinemayla tanıştı.
1971-1975 yılları arasında dört "Keloğlan" filmi çekildi Ardından çalışmalarını "Yaman Delikanlı" ve "Dangalak" adlı filmleri geldi.
1963 yılından bu yana televizyon dizileri, tiyatro oyunları ve sanat, kültür programlarıyla radyo ve televizyonda çeşitli projelere büyük katkılarda bulundu.
Sanatçı çeşitli tarihlerde Devlet Sanatçıları Birliği genel sekreterliği, Devlet Tiyatroları Yönetim Kurulu üyeliği, Devlet Tiyatroları Vakfı başkanlığı ve Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği genel başkanlığı görevlerini, ayrıca Seslendirme Sanatçıları Birliği genel başkanlığı ve Sanat Kurumu yönetim kurulu üyeliğini sürdürdü. 9 Temmuz 2008'de Devlet Tiyatroları başrejisörülüğü'ne getirildi, halen görevini sürdürmektedir. Ayrıca, Başkent İletişim Bilimleri Akademisi'nde, diksiyon, spikerlik, sunuculuk, seslendirme ve oyunculuk alanlarında ders vermektedir.

Rüştü Asyalı Aysel Git başımdan şiirini seslendirirken;

Rol aldığı tiyatro oyunları :

Keşanlı Ali Destanı 1984
Düşler Yolu 1991
Fil Adam 1989
Azizname 1995
Kuvvayi Milliye Destanı 1999
Ben Bir İnsan 2010

Yönettiği tiyatro oyunları :

Ah Şu Gençler
Ölümsüzler
Yunus Diye Göründüm
Soruşturma
Kanlı Nigar
Masal Var-Masalcık Var
Hasret (Nazım Hikmet)
Oynadığı flimler :

Keloğlan Aramızda 1971-Keloğlan
Keloğlan 1971-Keloğlan
Keloğlan'la Can Kız 1972-Keloğlan
İki Öküz 1972
Sefer Seferde 1975
Keloğlan İz Peşinde 1975-Keloğlan
Yaman Delikanlı 1976-Yaman
Ben Bir Garip Keloğlanım 1976-Keloğlan
Dangalak
Ben Bir İnsan 2002
Havada Bulut 2002-Kömürcü Hristo
Kod Adı 2006-Savcı Doğan
Kod Adı Kaos 2007-Savcı Doğan
Yazdığı senaryolar :

Yaman Delikanlı 1976
Ben Bir Garip Keloğlanım
Ben Bir İnsan 2002

Löp et !

Et kadar değerimiz var şu dünyada ama et dediysem löp değil, löp pahalı.
Sen ne sanıyordun ki ? Bir sığırdan daha değerli olduğunu mu ? İçindeki paslanmamış gıcır gıcır bir fahişe hisleri var. Bir orospudan bile daha değersizsin aslında ki zaten bilirsin severim orospuları, onlar hepimizden
daha çok bilirler ölmeyi de, yaşamayı da.

En çok sözünü ettiğimiz kalbimiz olması gerekiyor ama değil biz en fazla bacak aralarında amacından şaşmış bir zarı konuşuyoruz. Zarı etten ayırmak tüm derdimiz.
Yanı başımızda ölen insanlar ile uzakta ölen insanlar arasında fark yok aslında. Emin ol bir kaç ay geçince biraz dinlenince etleri yağından ayırıp löp et yapacağız onları da.
Çıldırdık ! insanlığımızın üzerine giydiğimiz incecik, tüysüz derimizin altında tıpkı ışıkta kaybolmuş bir yarasa gibi çıldırdık. Löp etten farkımız kalmadı. En güzel şiirleri yazan abileri unuttuk ve en güzel türküleri dillendiren ablaları unuttuk.
Şiirler, türküler ve sevmeler gidince sadece içinde donmuş kan olan bir kaç kilo et kaldık.
Hala komada olan ablamız artık löp et.
Yüksek ateşte yanan aydınlar artık löp et.
Zehirli gazla terbiye edilmeye çalışan çocuklar artık löp et.
Bir amacı bile olmayan bizler artık löp löp et.
Taşaklarımızdan daha değerli olmayan duygularımıza hamd olsun. Löp löp et olsun, karpuz gibi göt olsun, hepimize afiyet olsun.

Bunlarda ilgini çekebilir

Related Posts with Thumbnails