Tarihi bellidir hep Ankara’nın. 19 nisan 1998 hava her zamanki gibi soğuk Ankara’da sokaklar sisli ve boğuk sıradan bir gece daha. Ulus da pavyon orospusuydu kızıl, o bile unutmuş adını; annesi ne diyordu severken yada babası ne diye bağırıyordu döverken hatırlamıyordu. Net olarak bildiği, yanındaki adamın pis ellerinin vücudunda dolaşmasıydı. Anason kokuyordu nefesler ve yanındaki adam birazdan sızacaktı onu bekliyordu. Masadaki boş şişe gibi hissediyordu kendini içi boş ruhsuz. Ne kadar boş ve yankılıydı hayat onun için ama bir o kadar da güzeldi yüzü ve saf günahsızdı kalbi zaten günah nedir onu da bilmezdi ki kızıl. Tanrıyı da tanımazdı, sevgiyi bilirdi kızıl ve hiç tatmadığı mutluluğu merak ederdi.”Ve sevmek tüm derdi olmuştu belkide adsız kızılın ama sevemiyordu köhne, sararmış, samimiyetsiz ruhları. Ölümü kendi ayaklarıyla olsa da, suçlusu her zaman kendine erkek diyen bir kaç paçavra olmuştu. Kızıl masum ölmüştü.”
Yaşam boktandı onun için ama şikayet bile edemeyecek kadar ürkekti kızıl. Yanında ağzını oynatan adamlar vardı onları duymazdı bile kızıl; sadece pis ve nasırlaşmış ellerini hissederdi bacaklarında dolaşırken, tiksinirdi teninden böyle zamanlarda ve böyle zamanlarda unuttu kızıl konuşmayı, dilsiz sanırdılar ama şikayetçi olmazdı hiç sahibi
-dilsiz fahişe kadının en makbulü; derdi. ağzından salyalar akıta akıta gülerek ve arkasından ekler hiddetle -iyi siktir kendini de tekrar gelsin,
Kızıl bunları da duymazdı annesi onu hep kızılım diye sevmişti. Ne zaman aynalara baksa kırmızı saçlarını tarardı annesi oysa hiç hatırlamıyordu annesinin yüzünü sarhoş babasının sesini, sahi ya kardeşi var mıydı kızılın? onu da hatırlamıyordu boşalmıştı kızılın ruhu, arafta kalmıştı daha et ve kemik iken.
Bir sevdiği vardı hatırlıyordu onu ama çocuktu daha masalara meze olmamıştı daha. Esmerdi çocuk güzel bir burnu vardı hatırlıyordu ve gözleri gece karasıydı hala o sevimli küçük çocuğa aşıktı kızıl tek tutunduğu umuttu dalgın dalgın gülümserken kızıl bağırdı pavyonun sahibi - dilsiz orospu hadi müşteri bekliyor otele gideceksiniz dedi irkildi kızıl ayağa kalktı kapıya gitti paslı bir makine gibiydi, kemikleri sızlıyordu direniyordu ama yinede gidiyordu. Kızıl yine pis bir sarhoşun koynuna girecekti ama hangimiz daha iyiyiz ki diye düşündü bir fahişenin yargılama hakkı mı var dedi kendi iç sesinle, yüksek bir sessizlikle.
Taksiye bindi yok o kadar uzun geldi ki sanki milyonlarca sokak lambası geçip her zamanki rutubet kokulu odaya girdiler, adam hunharca soydu kızılı, güzel omuzlarına hiç bakmadan memelerini ısırmaya sertçe içine girmeye başladı oysa çok güzeldi kızılın omuzları, boynunun çukuru, parlak gerdanı, belindeki minik gamze; tüm hislerini kapatmıştı kızıl, insanlığını bir az önce kapının önünde mi bırakmıştı yoksa taşımıyor muydu üstünde bilmiyordu bile, duvarda geçen seneden kalma takviminin üstünde minik bir kelebek resmi vardı ona bakakaldı kızıl o kadar güzeldi ki kanatları; sanki bir an mutlu olmuş gibiydi,kızılı bu bile mutlu edebilirdi açtı çünkü buna, adam boşalırken en derinine gür bir şekilde çıkardığı hayvani seslerle irkildi tekrar farkına vardı olanların.
Boşbir bedendi hala; ruhsuz, sevgisiz kızıl.
Uyandığında sabah olmuştu ve içine boşalan adamın menileri bacaklarına yapışmıştı. Adam gitmişti bile ve masanın üstünde elli milyon para vardı pavyon sahibi sevinecekti adam iyi para bırakmıştı. Parayı aldı yavaşça çantasına koydu, her zamanki gibi aceleyle giyindi. Çıplak olmayı sevmiyordu. Hissiz ve soğuk ayaklarını sürterek yürüdü pencereye doğru, çocukluktan kalmıştı ona bu alışkanlık şımarık küçük çocuklar gibi ses çıkartarak yürürdü, çıkardığı tek sesti bu dünyaya “hala nefes alıyorum” deme şekliydi.
Eskiden dedesinin elini öpmeye giderken hiç sürtmezdi ayaklarını koşarak giderdi mendil içinde şekerini almak için. Hiç değişmezdi dedesinin bayramlık şeker adeti. gülüm derdi dedesi kızıla hep, gül gibi kokarmış öyle söylerdi dedesi, kızıl bir tek onun yüzünü hatırlardı ama adı neydi bilmiyordu, dede derdi ya ona; dede kalmış ismi hatırladığı tek adamın, -doktor olacak benim torunum diye bağırırdı kahvenin ortasında omzunda gül torunuyla.
Ne doktor olabildi ne de tekrar gülebildi dedesiyle; yavaşça otelin camına çıkıp aşağıya baktı kendini boşluğa bırakmadan önce ilk defa konuştu;
-Artık mutlu olacağım.
Soğuk bir mermi gibi yere çakıldı ve hala çok güzeldi kızıl bir heykel gibi, usta bir ressamın elinden çıkmış bir sanat eseriydi sanki.
Polisler bulduğunda;
"-ulusta bir pavyonda konsomatrislik yapıyormuş adını falan kimse bilmiyor, bildiğin orospu işte, içip içip atmış kendini,. önemsenecek bir şey yok” dediler. Kimsesizler mezarlığına gömdüler kızılı.
Her zaman bir kırmızı gül yeşerdi mezarında kızılın masum öldü kızıl. Bu dünya masum ölümleri hakedecek kadar iyi bir yer değildi ama kızıl bunu asla kabul etmedi. Bu dünyayı acı çekenler güzelleştirecekti nasılsa.

0 yorum