/ Dr. Raj Persaud ve Dr. Peter Bruggen
Şimdiye kadar, çalışmalar daima dini ve manevi
inançların, kişiyi depresyona karşı güçlendirdiği ve daha sağlıklı olmayla
ilişkili olduğu tezini az çok savunur nitelikteydi. Din ve maneviyatın, hayatın
çılgınlıklarıyla yüzleşen herkesin ruh halini koruduğu düşüncesi, (kendileri de
özellikle dindar olarak olarak bilinmeyen) psikiyatrlar arasında yaygın bir
kanıdır.
Fakat bireylerin bir yıl boyunca takip edildiği uzun bir
çalışma, dini inançlarla depresyon arasında zıt bir ilişki olduğunu gösterdi.
Dinin ve yine herhangi resmi bir dinle ilişkisi olmayan maneviyatın,
depresyondaki bir insanın depresyondan çıkmasına yardımcı olmadığı, hatta
tetikleyici bir faktör bile olabileceği görüldü.
Bir kaç farklı bölgede yürütülen bu çalışmanın anahtar
bulgularından birisi, hayatın ruhani algılanışı şiddetli depresyona zemin
hazırlar. Özellikle İngiltere'de, katılımcılardan maneviyata önem verenler,
laik olanlara göre üç kez daha fazla depresyon dönemi yaşamaya meyilliydi.
Bu sonuçlar şaşırtıcıdır çünkü daha önceki çalışmalar
dindar insanların alışkanlıkları ve daha iyi bir ruh sağlığına yardım eden
yaşam biçimleri olduğunu göstermişti.
Böylece, diğerleri arasında uyuşturucu ve alkol kullanımına daha az meyilli
olacaktılar.
Londra Ünivesitesi'nden Michael King'in liderlik ettiği
bir ekip tarafından “Majör depresyon faktörlerinin oluşumunda belirleyici unsur
olarak manevi ve dini inançlar: Uluslararası ileriye dönük bir araştırma”
başlığı altında, depresyon ve dini ve manevi inançlar arasında derin bir
bağlantı keşfedildi. Yedi farklı ülkede, pratisyen hekimler tarafından takip
edilen 8.000 den fazla hasta altıncı ve onikinci ay sonunda muayene
edildi. İlgili merkezler İngiltere,
İspanya, Slovenya, Estonya, Hollanda, Portekiz ve Şili'nin yüksek sosyo-ekonomik
çeşitlilik gösteren kent merkezleri ve kırsal kesimleriydi.
Çalışma, psikiyatrinin en saygın akademik dergisi olan
“Psychological Medicine – Psikolojik Tıp” dergisinde yayımlandı. Bu çalışma bir
kaç Şili ve Avrupa üniversitesinden araştırmacılar tarafından yürütüldü.
Çalışma, din kavramını, mabede, camiye, kiliseye ya da
sinagoga gitmeyi içeren inancın uygulanması olarak tanımlıyor. Maneviyata önem vermek ise, resmi bir dini
takip etmemek ama inançları ya da manevi deneyimleri olmak olarak tanımlandı. Bir örnek vermek gerekirse bu, hayatına etki
edebilecek kendisi dışında bir güce ve kuvvete inanan birisi anlamına geliyor.
Manevi bir hayatı ya da dinsel inançları olan kişiler,
daha gerçekçi bir yaşam tarzı olanlara oranla depresyondan çok daha yoğun bir
şekilde etkilendiler. Bununla birlikte bu bulgular ülkelere göre değişkenlik
gösteriyor; İngiltere'deki manevi bir yaşam tarzı olan bireylerin, majör
depresyonun etkilerine karşı daha savunmasız oldukları görüldü.
Tüm ülkelerde çalışmanın başlangıcında dini ve manevi
inanç ne kadar güçlüyse, muhtemel depresyon riski de o kadar yüksekti.
Sonuçlar ülkelere göre farklılık gösterse de, dini
temellere göre yaşam tarzıyla majör depresyon arasındaki ilişki açısından
bakıldığında, sadece iki ülkede (Slovenya ve Hollanda'da) hayata dini
pencereden bakmanın faydasına dair çok küçük bir kanıt dışında, maneviyatın her
hangi bir koruma sağlayabileceği görülmedi.
12 ay boyunca depresyonun etkisi, inanç her ne olursa
olsun benzer oranlardaydı (Katolikler %9,8, Protestanlar %10,9 Diğer dinler
%11,5 belli bir dini olmayanlar %10,8).
En güçlü dini ya da manevi inançları olan katılımcılar,
12 ay boyunca majör depresyona iki kat daha meyilliydiler.

Depresyon gibi yaygın bir mental rahatsızlığa doğru
ilerleyen insanlar, acılarını azaltmak için “gerçeği arama”ya eğilimli
oluyorlar. Daha önceki çalışma bu yüzden kırılgan ruh sağlığıyla dini veya
manevi düşünce arasında bir bağ kurabilmişti.
Gerçek şu ki, ilgili çalışmanın yazarları, dini ve manevi
bakış açısına sahip katılımcıları bir yıl takip ettiler ve bu katılımcılar
mutlu bir birey olarak güçlenmekten çok, daha ziyade güç kaybettiler.
Daha önceki çalışmalar dinin önemli bir olay sırasında ya
da sonrasında koruyabilme potansiyeli olduğu sonucunu vermişti ama bu konuda
herhangi bir kanıt sunmamıştı.
Çalışmamızın yazarları onları, seküler görüşe karşı dini
ya da manevi görüşe sahip olmanın, majör depresyon için zemin hazırladığı
sonucuna doğru çekiyor. Daha önce de söylendiği gibi, bu inançlar ve ibadetler
kritik olaylarla başedebilmek için şok emici olarak kullanılmıyor.

Tüm bunlardan sonra yazarlar diyor ki, eğer dini inancın
akıl sağlığı üzerine olumlu bir etkisi varsa, bunun daha çok çalışmayla tespit
edilmesi gerekir.
Yeni Çağ hareketinin ve diğer geleneksel olmayan
inançların hızla yükselmesi ve belkide diğer alternatif inançların kabulü belli
bazı batılı sağlık sistemlerinde bir büyüme anlamını yansıtabilir. Çünkü aynı
zamanda daha geleneksel dinler çok büyük bir taban kaybettiler.
“British Journal of Psychiatry- Britanya Psikiyatri
Dergisi”nde yayınlanan ve Michael King ve Paul Bebbington'ın ekibi tarafından
yürütülen bir çalışma, maneviyata önem
veren insanların manevi ya da dindar olmayanlara göre daha çok madde kullandığı
ya da bağımlılık sahibi olduğu sonucunu verdi. Araştırmalarına göre bu insanlar
aynı zamanda daha yüksek bir genel anksiyete, fobi ve nevroz oranına
sahiptiler.
Profesör Michael King tüm bu çalışmaların bulgularını
“dinden bağımsız olarak maneviyat, psikolojik kırılganlığa yol açması en
muhtemel unsurdur” diyerek özetliyor.
Bu çalışmaya bakarak denilebilir ki, bir çok insan cevabı
gökyüzünde ararken, daha az dindar ve manevi olanlar onu çoktan bulmuş
görünüyor.
Çeviren : Murat Ayyıldız / Alfa Çeviri Ekibi
0 yorum