28 Mart 2014 Cuma
İyi olmak için aşk olmak gerek, aşık olmak değil

Sabahın altısında gittim Resul reisin yanına yine rakı yapıyordu kendi çapında. Girdiğim gibi içeri bağırdı;
-Halk ne kadar uykucuysa devlet o kadar soysuz olur Can dostu. Aklından çıkarma.
Biraz ayarsızdır Resul reis bir anda bağırır bir anda sessiz kalır, bazen sebepsiz ağlardı. Sebebini bilmiyoruz ya sebepsiz sanırız aslında. Hiç bir arkadaşım bilmez Resul reisi tanıştırmadım, isterdim tanısınlar ama yabanidir Resul reis vurur masaya güm diye ağaç kabuğu elleriyle. Sonra Zeki Müren açar tekrar oturur yerine ağ istif eder.
Namaz kılmaz oruç desen zaten yarı aç. Tanrıya küfreder ama hayatının boktan olduğundan değil. Bize göre boktan olan hayatı ona göre normal insan yaşamıdır. Kafasını kaldırmaz hep başı yerde söver gelmişe de geçmişe de. Dediğine göre bir yerde hata yapmış. Tanrı yapamamış insanı. Sevgisiz insan mı olurmuş. Balıklar bile eşlerini severmiş, o öyle görmüş.
Pek severim Resul reisi delidir, sinirlidir ama dürüst adamdır yalanı yoktur ama dilinin ayarı da yoktur. Kalp kırmayayım sözcüğünün anlamını bilmez eksiğini kızgın kurşun gibi vurur suratına “açığını ört, insanlar kötü, sende kötüsün iyi ol !” der her zaman. Çizik bir plak gibidir biraz aslında söyledikleri hep aynıdır Resul reisin kırıktır biraz kafası. Karısıda bu yüzden bırakmış reisi, memleketin en güzel yerine taşınmış evlenmiş başkasıyla. Memleketin her karış toprağı güzel ama o kadının olduğu yer daha güzelmiş, çıplak ayaklarıyla bastıysa hele toprağa çiçek açarmış orada. Çocuğu varmış bir tane adını bilmem söylemedi hiç ama pek sever oğlum der; adı her neyse o çocuğa.
-Yaşamak olta ucundaki misina kadar sağlam Can dost. Sen ne kadar sıkı tutsan da balık bile kopartır bazen misinayı nerede kalmış senin ağırlığın.
Yaşama sevdalı ölümü pek takmaz evinde kaçak rakı yapar reis. Devletin rakısı hem kötü hem pahalı, ayrıca sarhoş olmak için devlette para mı ödenir. der reis. Ayda bir kaç kez giderim yanına benden başka gideni de olmaz zaten ben şarap alırım o renkli içkiler içmem balığın görüşüne ters der rakı doldurur kendine. Nasıl görür ki balık dünyayı onu da bilmem.
Tuhaf adamdır vesselam. Çoğu zaman ne dediğini bile anlamam durup dururken. Yaşısın toprağı yaratan Tanrı. Ama mümkünse insandan biraz daha iyi yaşasın’der. İnsanı yaratmış insan gibi olmuş yazık kim bilir ne hayaller kurmuş diye devam eder. Bazen hiroşima gibi ıssız eder gönlümü. Bazen mahşer günü gibi unuttuklarımı hatırlatır.
Bir keresinde elime tunç atıp -Yakala ! diye bağırdı. Dev sesli minik adam ödümü koparttı. Düşürdüm tunç bilyeyi suya battı.”Hayatı ıskaladın Can dost. Bir saniye tereddüt ettin kaçtı ellerinden. Etme !” dedi. İyilikten bir saniye bile uzaklaşma insan gibi yaşa der Resul reis. Daha yapamadım dediğini. İyi olmak için aşk olmak gerek, aşık olmak değil diyor.

Aşk olmak nasıl olur reis ? Bağırmadan söyle. Sesinin şiddetinden değil, söyleyeceğini yapamayacağımızdan korkuyorum.
Plastik lazım bize.

İşte o adamlar için bekaret zarının plastiği yapılsaydı eğer biraz daha fazla sevebilirdiler yattıkları kadınları.
Erkek sevişir zampara olur, kadın sevişir fahişe…
Ben çok seviştim. Bir kaç kişinin elinin parmaklarının toplamından biraz daha fazla kadınla seviştim bu beni zampara mı yaptı ?
Ne yani hiç mi duygu olmadı en azından birinde bile ?
Hiç mi yaralanmadım bende ?
Hiç mi ağlamadım sevişikten sonra ?
Neden sevişmek bu kadar dilimizde, bu kadar uygulanabilir.
Neden bu kadar plastik ?
Ve neden bu kadar yasak ?
Sevmekten türememişmi sevişmek kelimesi de, işmek tarafını öldürdüğümüzde geriye salt sevgi kalmadı mı elimizde ?
Kadınları bilmem de biz erkekler az orospu değiliz şeyhim. Namus belasına düşeriz mapus damlarına ve damdan çıktığımız ilk günün gecesinde aklımızdaki ilk şey bir kadını becermek olur. Bir miktar para ve işve karşılığında. Orospuluğa bu kadar ihtiyaç duyan ama onu lanetleyen erkek soyu aslında orospuların en kudretlisidir ve cenneti kerhaneye çevirdiğini söyleyen tanrı da onların yandaşı, suç ortağı, aynı kaba sıçanıdır.
Bekaret dediğimiz şey tecavüze uğrayan bir kadın için de aynı mıdır ? Ama sevişmemiş ki o kadın. Meçhul bir orospunun saldırısına uğrayan kadın meçhul bir zamanda kaybetmiş bekaretini. Ne yani fahişe mi şimdi bu kadın ?
Keşke plastikten olsaydı bekaret ve yenilenebilir olsaydı o zaman daha mutlu olurdu bekaret kanını alnına sürüp zafer çığlıkları atan zibidiler.
Ama başa çıkamıyorsak bu kanlı ayinden. O zaman. Bence kadınlar da uygulamalı bunu seviştikleri her adamın aletlerine bir yara açmalı, şöyle geçmeyecek cinsten kalıcı bir işaret olmalı ve daha önce sevişmiş veya sevişmekten daha aşşağılık olarak sikişmiş olan adamlara da fahişe,orospu,yollu gözüyle bakılmalı. Hoş bir erkek soyunun rahatsız olmayacağı bir durum olurdu herhalde. Ne kadar orospuysak o kadar havalı ve cüretkar oluyoruz nasılsa. Kendimi daha bir insan daha bir önemli sayıyoruz. Orospuluğun prim yaptığı tek ırktır herhalde erkek ırkı. Orospuluktan bile kendimize pay çıkartabiliyoruz yaşasın mutlak erkek üstünlüğü ! Nede olsa tanrı da erkek. Ben demiyorum isa diyor bunu. Koskoca peygamber yalan söylemez elbet.
Bekaretini çakmak cebinde taşıyan kadınlar için bir rehber hazırlamak lazım.
Nasıl bakire numarası yapılır.
Daha önce sevişmemiş kadının utangaçlığı nasıl edinilir.
Pantolununu indiren erkeğe nasıl başını eğerek bakılır.
Orgazmı belli etmemek için nasıl sessiz kalınır.
Nasıl olsa böyle durumlardan hoşlanıyoruz. Sadece ben bineyim diye bir sözümüz var bizim. Aksini iddaa eden gavattır diye bir sözümüz daha var. Nerede bunları söyleyen şu gavatlar.
Erkeğiz, günahımız büyük. Kadınları sevemiyoruz. Affet tanrım diyeceğim ama oda erkek.

Affet Havva ana. Erkeğiz sonuçta sanada tecavüz etmediğimiz ne malum ?

 
Küfürlarousse: AKP’nin Hakaret Ansiklopedisi

Vatandaşa: “Burası Sakatatçı Dükkanı Değil”
Erdoğan, Uşak’ta konuşmasını yaparken bir kişi, elindeki ‘satılık böbrek’ yazılı dövizini gösterince, ‘Bak! Satılık böbrek var diye ilan vermiş. Burası sakatatçı dükkanı değil!” dedi. Mayıs 2005

Anneye: “Senin Çocuğun Da İşsiz Kalsın”
Erdoğan, Keçiören İlçe Kongresi’nde bir vatandaşın, “Çocuğum işsiz” tepkisine “Senin çocuğun da işsiz kalsın. Otur, otur. Bana kişisel sorunla­rını getirme, genel sorunları getir. Genel nerede ona bak.” Mart 2006

Çiftçiye: “Ananı Da Al Git Buradan”
Erdoğan: Şu anda çiftçiye ne verildiğinin farkında mısın? Kemal Öncel: Ne zaman? Erdoğan: Şimdi. Öncel: Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağlıyor. Erdoğan: Hadi ananı al git buradan.” Mayıs 2006

Askere: “Askerlik Yan Gelip Yatma Yeri Değildir”
Balıkesir’de TOKİ konutları toplu açılış törenlerine katılan Erdoğan, Şehit cenazesi görmek istemiyo­ruz’ diye tepki gösteren kişilere “Askerlik yan gelip yatma yeri de­ğildir” diye cevap verdi. Eylül 2006

Gazetecilere: “Bunlar Köpekleriyle Yatar, Köpekleriyle Kalkarlar”
Erdoğan, seçim çalışmaları çerçevesinde Sivas’ta halka hitap ederken şöyle dedi: “Ama, bunların şu anda yandaş medyaları var. Yandaş med­yaların oralarda yandaş köşe yazarları da var. Bunların sevgili kö­pekleri vardır onlarla yatarlar onlarla kalkarlar.” Şubat 2009

Vatandaşa: Artistlik Yapma
Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehmet Meh­di Eker, seçim gezisinde Bitlis’te AKP seçim bürosunda derdini an­latmak isteyen bir kişiye, “Artistlik yapma, sesini yükseltme” diye­rek tepki gösterdi. Mart 2009

Doktorlara: “Marjinal Gruplar”
Sağlık çalışanları, “Tam Gün Yasası ve Performansa Dayalı Ücret Uygulamasını” protesto etmek, “özlük haklarının korunmasını” is­temek amacıyla yurt genelinde iki günlük iş bırakma eylemi başla­tırken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, eylemi, “Küçük marjinal grup­lar olabilir” diye yorumladı. Nisan 2011

Görme Engelli İşçiye: “Gözlerin Görmediği Halde Sana İş Vermişiz”

Sorunlarını anlatmak isteyen görme engelli geçici işçi Nurullah Mehmetoğlu, Sağlık Bakan Akdağ’ın yanına gelip taşeron firmada çalıştıklarını belirtti: “Biz burada asgari ücretle çalışıyoruz. Koşulların iyileştirilmesini is­tiyoruz.” Bakan Akdağ, “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz. Daha ne istiyorsun? Para kazanıyorsun değil mi?” diye sordu. Mayıs 2011

Deprem Çadırına Saray Benzetmesi
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, deprem çadırlarını incelerken ya­nındaki Diyanet İşleri Başkanı’na dönerek, “Sayın başkanım yani biz de bir çadırla burada mekan tutalım” diye espri yaparken, yak­laşık 10 kişinin kaldığı bir çadırın önünde de “Koskocaman sarayda oturuyorsunuz hiç gel dediğiniz yok” dedi. Ekim 2011

2B Mağduru Vatandaşa: “Haddini Bil, İşine Gelmiyorsa Alma”
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve Aksulu grup arasında­ki 2B tartışması bir vatandaşın lindeki tapularla protestosunu sürdürme­si üzerine gerginleşti. Eroğlu, vatandaşa, “İşine gelmiyorsa alma. Devletin arazisi” diye karşılık verdi. Bakan Eroğlu ve vatandaşlar arasındaki karşılıklı atışmalar AK Parti Antalya İl Başkanı Mustafa Köse’nin araya girmesiyle biraz sakinleşti. Köse, rayiç bedellerin yeniden düzenlemesi için konunun Başbakan Re­cep Tayyip Erdoğan’a aktarılacağını söyledi. Aynı kişinin araya girmeye çalışması üzerine sinirlenen Bakan Eroğlu, ‘Haddini bil’ diye bağırdı. Şubat 2012

Vatandaşa: “Bir Takla At Da Göreyim”
Erzurum’da 5 TEDAŞ işçisinin öldüğü gölette incelemelerde bu­lunduktan sonra Pasinler’e giden İçişleri Bakanı Şahin, kendisini gördüğü için sevindiğini belirten bir vatandaşa, “Nereden bileyim sevindiğini, hadi bir takla at, oyna da göreyim” dedi. Şubat 2012

Bu Topraklar Kiralık Hıyar Tarlası Değil
İçişleri Bakanı îdris Naim Şahin, Ağrı’nın düşman işgalinden kurtu­luş törenlerinde yaptığı konuşmada “Bilmeliyiz ki bu topraklar bi­zim için kiralık sebze bahçesi değil, kiralanmış buğday tarlası de­ğil, kiralanmış şeker pancarı tarlası değil. Ya?.. Kan akıtılmış, can verilmiş, yerin altında bir dünya oluşturulmuş aziz ve kutsal vatan toprağı” dedi. Nisan 2012

Gazetecilere: “Sizi Tasmalarınızdan Kurtardık”
Recep Tayyip Erdoğan: “Medyada da akbabalar var. Sizi tasmalarınızdan kurtardık. Şimdi ise boyunlarında uluslararası tasmaları taktılar.” Mayıs 2012

"Bir Kaç Mehmet Öldü Diye Meclis Toplanmaz"
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, CHP’nin TBMM’nin toplanmasına yönelik çalışmalarını eleştirirken, “Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis’i toplamayız” dedi. Ağustos 2012

"Gazilik Şehitlik Sektör Oldu"
Daha önce askerde yaşamını yitirenlerin yakınları ile gazilerin Başbakanlık önünde yaptığı protestoda gaziler Başbakanlık korumalarının saldırısına uğramış, orantısız şiddete maruz kalmıştı. Bu olaydan bir süre sonra Erdoğan bir televizyon programında şöyle dedi: “Şehitlik ve gazilik adeta sektör oldu” Ağustos 2012

Sporseverlere: “Terörist Holigan”
Erdoğan, Uluslararası Bayanlar Tenis Şampiyonasında Bakanları protesto edenler için de “terörist hollganlar” nitelendirmesi yaptı. “İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda yaşanan görüntüler Türkiye’nin imajını yaralıyor. Bel­li bir grup, holigan olarak, bunlar terörist hollganlar, çirkinlikle sa­lonu tahrik ettiler.” Ekim 2012

Cumhuriyet Bayramı Kutlayanlara: “Marjinal Gruplar, Ergenekoncular”
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, CHP’yi 29 Ekim kutlamasına katılanlar hakkında şöyle dedi: “Orada kimlerin olduğu belli, ulusalcılar, Ergenekoncular.” Ekim 2012

Atanamayan Öğretmenlere: “Oy Vermezsen Verme”
Erdoğan, Gaziantep’te Organize Sanayi Bölgesl’ndeki Beşler Grup’a ait nişasta ve yem fabrikasının açılı­şına katıldı. Bir öğretmenin “Şubat’ta atama yoksa oy da yok” sö­züne karşılık veren Erdoğan, “Al onu kendine sakla. Tamam ken­dine sakla. Sen vermen gereken yere ver. Sen kendine sakla” diye konuştu. Ocak 2013

Asgari Ücretliye: “800 Tl İyi Para”
Asgari ücretle İlgili eleştirileri yanıtlayan Çalışma ve Sosyal Güven­lik Bakanı Faruk Çelik, “800 lira iyi para. Peynirin, ekmeğin, zey­tinin fiyatı bellidir. Geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz” diye konuştu. Mart 2013

Çevrecilere: “Nankörlük Yapma Otur”
Şırnak’ta Silopi Termik Santrali’nin açılış törenine katılan Erdoğan, konuşması sırasında kendisine tep­ki gösteren bazı izleyicilere :”Nankörlük yapma, sus nankörlük yapma. Ekmek bulamazsınız yemeğe, ekmek gelin­ce de tepersiniz.”
Neticede aşk kelimelerden ibaret değildi.

Kadın bir köprü altı orospusu gibi bakıyordu tüm yüz hatlarına, öylesine bitkin ve ruhsuzdu, sanki etinden ruhunu alınmıştı. Bedenine giren her tohum tanesi ve hayat döl yatağında birikmiş çamur kadar değersiz duruyordu onun için.
Kim bilebilirdi ki yaşamın bu kadar değersizleşebileceğini.
Adam hiç acele etmiyordu aslında bir fark vardı ama kadın uzun zaman önce ölmüştü farkına varmıyordu. Sevişmenin içindeki ince tınıyı duyamıyordu. Adam hiç acele etmiyordu ve sadece kadını seviyordu. Dokunmak, okşamak, öpmek yada başka bir samimiyetsiz sikişmek dürtüsü değildi adamın yaptığı. Adam kadını hissediyordu her tensel temasta ve ruhunun sıcaklığıyla, bir parça daha aydınlandı kadının gözlerindeki derin kuyu.
Adam dudaklarını ölmüş, hissiz kutsal kasesine değdirdikçe tekrar hissetmeye başladı kadın. Kelimeler yetmezdi duyguları anlatmaya ve aşk kelimelerden ibaret değildi sadece. Çamur dolu döl yatağı aklandı her öpüşte, kadın dirildi her ter damlasında ve konuşulmayan her saniyede. Sarıldı en dibine seyir aldı adam ve birlikte ulaştılar yaşanabilecek zevkin en sonuna, ruhları karıştı birbirine. O anlık hayata döndü kadın ve bir boşalma süresi boyunca ölümsüzleşti.

Neticede aşk kelimelerden ibaret değildi.
Darwin'in "Tavuk Toplum" tarifi!


Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir.  Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.  Uçamayanlar ise tavuk olur...
"Tavuk toplum", önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!.”

Eyvah yanlış erkek !

 Doğru erkek yada doğru kadın var mıdır ?
-Vardır.

Yani yıllardan insanlar bu kadar aşk acısı, bu kadar aldatılma ve boşanma yaşıyor. Evlilikler, birliktelikler, verlmiş sözler bir anda parçalanıyor ama asıl olayın doğru kadın veya doğru erkeğin yanlış düşünülüyor olduğunu pek anlamıyoruz.
Neyse, oturdum masaya gazetelerin mutlu pazarlar köşesindeki yazarlar gibi bildiğiniz şeyleri yazacağım size. Çünkü canım sıkılıyor :ı
Can dostum diye bir film vardı oradaki repliği severim;
 ”Aslında bakarsan evlat, sen mükemmel değilsin ve o da mükemmel değil. Bu önemli değil, önemli olan ikiniz birbiriniz için mükemmel misiniz ?”
İşte bütün işi özetliyor bu replik. Sen mükemmel bir sevgili buluyorsun hoşlandığın, güzel konuşan, kibar, kültürlü vs. vs. ama bir dakika senin sevdiğin şeyler bu mu ? yoksa sen sadece belli bir toplumun oluşturduğu kriterlere göre mi seçim yapıyorsun ?
Biz farklı yaratılmadık. Aynı şeyleri yiyor, aynı şeyleri izliyor ve aslında çoğu zaman aynı şeyleri düşünüyoruz. Sadece bulunduğumuz toplumun bizi “erkek adam şunu yapar, hanım kızlar bunu yapar” zorlamasından dolayı oldu. annenizin söylediği gibi iyi kızlar cennete gitmiyor arkadaşlar.
Birlikte olduğunuz adam/kadın’ın hatalarını “İNSAN” gibi dile getirebilirsiniz. Bir adam yolda bir kadına bakıyorsa bu onun “ulan taş gibi hatun, bu varya ne sevişir be” gibi birşey düşündüğü anlamına gelmiyor. Aksine ne kadar güzel bir kadın yada üstündeki elbise ne kadar güzel yada evet benim sevgillim de saçlarını böyle toplamalı ona da çok yakışır gibi şeyler düşünüyor olabiliriz. Tamam genelde o kadının kalçalarına bakıyoruz ama bu bizi kötü biri mi yapar :ı
Bir şeyden hoşlanıyorsanız bunu sizin gözünüzden anlamasını beklemeyin müneccim değiliz sonuçta mesela sevişirken ben bu pozisyondan sıkıldım, daha sert olanı istiyorum yada daha sakin ol tadına varmak istiyorum diyebilirsiniz bu utanılacak bir durum değil. Beyler sizde hayvanlaşmayın, sevişirken insan olun azıcık.
Giyinişini beğenmiyor musunuz ? o zaman kaldırın götünüzü de birlikte çıkın alışverişe. Bu kot sana hiç yakışmamış diyeceğine kalk ve yakışanı al. Sonuçta akşama sevişecek, konuşacak, birlikte film izleyecek olan sizsiniz biraz işin içine kendi zevkinizi de katın.
Makyajın bokunu çıkartıyorsunuz yapmayın canını yediklerim. Ten renginiz kahve rengi suratınız ak büyücü gibi. Yüzüklerin efendisindeki savaş boyasına bürünmüş orglara benzeyen hatunlara dönüyorsunuz. Daha kibar bir surat mümkün.
Biz o kadar da karmaşık yaratıklar değiliz. Çoğu erkek gününün büyük bir kısmını işte diğer olan kısmını da evinde geçirmek ister bildiğin evcimeniz biz. Evde siz sıcak olursanız bizde sıcak oluruz tamam istisnalarımız oluyor hödük olanlar var ama bu bizim değil sizin yanlış seçimlerinizden oluyor. Bacım, adam seninle mutlu değil ve büyük bir ihtimal ya baldızı kesiyor yada üst komşuyu :ı
"Benim sevgilimin ilk sevgilisi ben olacağım, ilk ben elleyeceğim" kafasında olan erkeklerden uzak duruyoruz. Hatta bırakıyoruz nesilleri kurusun pezevenklerin. Çok fazla insan tanıyın, çok fazla yer görün. Bazen hayatınızın aşkı ön sıranızda otururken bazen başka bir ülkede, başka bir dili konuşuyor olabilir. Sevgililikten korkmayın.
Hayatınıza çıkan ilk erkeğe aşık olmayın. Hatta mümkünse aşık olma işini en sona bırakın. Aşk da neymiş hele önce bir ilk kavganızı edin bakalım şöyle adam gibi bir bağırın birbirinize kavgadan sonra birbirinize orospu yada pezevek gibi cümleler kurmuyorsanız aşkı düşünebilirsiniz.
Farkettim ki buna devam edersem 2 saat daha yazarım, hızlı bir şekilde bitireyim artık. Hadi bakalım başka bir pazar görünümlü perşembede görüşürüz.
27 Mart 2014 Perşembe
Kapat çeneni de daha sert gir içime.



…..

+Adın neydi ?

-Can

+Tamam Can kapat çeneni de daha sert gir içime.

Herhalde her erkeğin hayalidir bu hatun ama böyle bir hatunun varlığından şüphelenmeye başladım yani asıl olay seks, arzu vs. değil. Asıl olay hatunun bu özgüveni.

Ne zaman amerikan filmlerinde bu sahne karşıma çıksa özenmişimdir bu olayı. Tabi hatun duvardan duvara vursun demiyorum fesatlaşmayın. Bu özgüvende bir hatun istiyorum direk lafı ağzıma vursun “-kapat çeneni çok konuşuyorsun.” diyebilsin bana ki geveze bir adamım beni susturabilecek bir hatun daha çıkmadı karşıma. Aksine ne zaman biriyle otursam daha çok konuşayım, saçmayayım diye ağzımın içine baktılar. Ben de dinlemek istiyorum ama hiç beceremiyorum. Zaten hiç de fırsat vermiyorlar dinlemem için biri de kalkıp bir sus amk birşey anlatıyoruz diye terslemiyor. Çünkü böyle hatunların varlığını sonlanmaya başladı iyice.

Sevgili olarak demiyorum, arkadaş olarak bile tanışmadım böyle biriyle ki bu bildiğin aradığım bir özellik. Kim aramaz ki ? Böyle kadınların nesli tükenmemeli. Hatunlarımızı alıp bir alana toplayıp özgüven yüklemesi yapmamız gerekiyor.

Biz sevgililerimiz “Ayyyy aşkımmmm olsun bir dahaki sefer yaparsın.” demesin “Bu işi doğru yaptğına emin misin ?”  yada “Becerebileceğine emin misin bak salak gibi bakıyorsun.” diyebilen güçlü kadınları istiyoruz. Yatakta bizim zevk almamızı değil kendi zevklerini de düşünen kadınları istiyoruz. Eline kırbacı alıp etrafta dolaşsın demiyoruz tabi ki gerektiğinde dünyanın en şımarık, şapşal insanı olsun ama ciddi bir iş sırasında aşk ve sevgiyi bir kenara bırakıp ağzımızın payını versin istiyoruz.
DARWİN'İN İLMİ, ŞEMS'İN İRFANI- Dücane Cündioğlu

I have tried lately to read Shakespeare, and found it so intolerably dull that it nauseated me.

Geçenlerde Shakespeare okumayı denedim, o kadar saçma geldi ki kusacak gibi oldum.
Kim söylüyor bu sözü?
İçinde yaşadığımız çağa damgasını vurmuş birkaç bilimadamının belki de en ünlüsü.
Din-Bilim çatışmalarının etkisi hâlâ süren en tartışmalı ismi.

Sevenlerinin nezdinde sadece bir dehâ değil, neredeyse bir aziz. Karşıtlarınca da —uzun söze ne hacet— kelimenin tam anlamıyla bir Deccal.

Peki ya bu fakire göre?

Doğayı, yani taşrayı, yani dışarıyı bilme arzusunun peşinden koşmak adına ruh dünyasına kıymış bir tutku adamı.

Her kahraman kadar zavallı.

Her âşık kadar acınası.
Charles Darwin’den söz ediyorum, anlama ve bilme tutkusunun şiddetine ancak hürmet duyulacak bir âşıktan.
* * *
Bilmek sadece beyne ızdırab değil, insanın gönlüne hasar da verir.
Bencilliğin en büyük zararı ben’in kendisinedir, yani tutkunun, yani, ne pahasına olursa olsun hakikati avuçlama hırsının.
Akıl ve zekâyı yoğun bir biçimde faal hâlde tutmanın insanın en değerli, en duyarlı yanını, yani hissiyat tarafını, eğer gerekli tedbirleri almazsa, nasıl da ezip yok edebileceğini gösteren nadir örneklerden biridir Darwin’in entelektüel yaşamı.
Böceklerin, bitkilerin, kuşların peşinde geçen nice yıldan sonra, yayımlanacağını düşünmeksizin, sadece çocuklarının okuması amacıyla, 1876’dan itibaren kaleme almış olduğu notlarının başlığı şöyledir:

Recollections of the Development of my Mind and Character
(Zihnimin ve Kişiliğimin Gelişimiyle İlgili Anılar)

Oğlu Francis Darwin’in derlediği bu anıların Türkçesi geçen yıl Daktylos Yayınevi tarafından neşredilmişti, oradan aynen aktarıyorum:

Otuz yaşıma ve hatta sonrasına kadar şiir okumak bana büyük haz verdi; hatta okullu bir çocuk gibi Shakespeare’den, özellikle de onun tarihsel oyunlarından büyük zevk aldım. Ayrıca eskiden resimden hoşlanır, müzikten ise büyük haz alırdım.

Peki sonra?
Sonrası çok acı!

Ama artık uzun yıllardır bir şiir dizesi okumaya tahammül edemiyorum. Geçenlerde Shakespeare okumayı denedim; o kadar saçma geldi ki kusacak gibi oldum. Ayrıca resimler ve müzik konusundaki zevkimi de neredeyse kaybettim. Müzik artık bana haz vermekten ziyade, genelde, üzerimde çalıştığım konu hakkında fazlaca enerjik olmamı sağlıyor. Güzel manzara konusundaki duygularımı koruyorum ama bu da bana eskiden olduğu gibi müthiş bir haz vermiyor.

Şiir, resim ve müzik, Darwin’in kaybettikleri işte bunlar. Kısacası haz.

Sanatla neredeyse alâkası kalmamış bir zihin. Belki bir hesap makinesi keskinliğinde, ve fakat bir o kadar da duygusuz! Çünkü hazdan mahrum.

Kavramlarımızı düşünce faaliyetiyle oluştururuz, yani beynimizi çalıştırarak, aklımızı da faal hâlde tutarak. Duygularımızı oluşturan ise, haz ve acı, lezzet ve elem’dir. Tecrübenin ta kendisi. Deneyimin, yani bütünüyle yaşamın.

Hesap makinelerinin kesinliği/keskinliği, ya duyguların yokluğu, ya da yitimi pahasınadır.

Beynim, geniş bir veri koleksiyonu içinden genel yasaları öğüten bir makineye dönmüş gibi görünüyor. Ama bu durum, niçin beynimdeki o daha yüce zevklerin yer aldığı kısmın körelmesine neden oldu anlayamıyorum.

Darwin hakikati taşrada aradı. Aradığını buldu da.
Ama taşranın hakikatini. Zahirin hakikatini.

* * *
Zavallı!
Bu sözcük, bir tahkir ve tezyif ifadesi değil benim nezdimde, sade bir tesbit ifadesi. Hemen düzeltiyorum: sade değil, sadece değil, aksine muhabbet ve hüznün eşlik ettiği bir tesbitin ifadesi.

Bütün estetik duygularımı böylesine garip ve acı bir şekilde yitirmeme rağmen...

Gerçekte, olup bitenin farkındadır Darwin. Kazandığı kadar, kaybettiğinin de.
Kelimelerin seçimi kendisine ait:

... loss of the higher æsthetic tastes...

İmdi, Cemil Meriç’i hatırlamamak mümkün mü, yaratan yaşayamaz, yaşayan yaratamaz diye haykırmıştı bir defasında.
İnsan denen hayvan, ne garip değil mi, duygularıyla yaşıyor; ve fakat aklıyla yaratıyor.

* * *

 
Marx ve Freud.


Belki birçoklarına garip gelecek ama bu iki ismin ne yaptığını anlamak/anlamlandırmak isteyenlerin evvelemirde Darwin’i mercek altına almaları gerekir. Çünkü Darwin’siz ne çağdaş iktisat ve toplumbilim, ne de insan psikolojisi adam gibi yorumlanabilir.
Çağdaş düşüncenin yönelimleri Darwin’siz, Marx’sız ve Freud’suz izlenemez.


Pek tabii ki bir de Nietzsche’siz. Şen Bilim, gerçekte Darwinci bilme tarzının eseridir. Hem de inadına.
[Michel Ruse’un hazırladığı Philosophy after Darwin / Classic and Contemporary Readings (USA, 2009) adlı devasa derlemeye kabaca da olsa şöyle bir göz atma imkânı bulanlar, sanırım, ne demek istediğimi anlayacaklardır.]


Burada şaşırtıcı olan şu ki postmodern felsefî eğilimlerin, o bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, yollu naifliğinin garip bir biçimde ideolojik zeminini yukarıda adı geçen dört ismin teşkil etmesidir, yani sırasıyla Darwin’in, Marx, Nietzsche ve Freud’un.
Demek oluyor ki Darwin okumayı göze alan, Shakespeare okuyacağı zamanlar kusacak hâle gelmeyi de göze almalı!
Ya Darwin, ya Shakespeare!
Ya Kant, ya Goethe!
Ya Fahreddin Razî, ya Şems-i Tebrizî!
Ya - ya da'yı kabul veya reddetmek kolay!
Öyleyse görelim bakalım, bir adam çıksın da şu âlemde, hakkını vermek suretiyle hem - hem de desin!
Yani mümkünse hem yaşasın, hem yaratsın!
Ne yazık ki bu pek mümkün değil ey talib, çünkü halk İsa’yı her daim çarmıhta asılı görmek ister.

Kaynak:Arşivlemesem olmazdı
Bir fahişenin duygu vizitesi.


Bir fahişe en çok neye sevinir ? Erken boşalan bir müşteriye mi ?
Bir bankacı en çok her sözünü kabul eden ürkek, yaşlı emeklileri mi sever ?
Tanrı en çok onun için savaşıp kan dökenleri mi sever ?
Hangisi olur bilmiyorum ama hangisi olmaz biliyorum. Bir fahişe erken boşalan değil şefkatle boşalan bir adamı sever. Fahişe kelimesi o kadar da kötü olmasa gerek. Sonuçta sevgiyi saatle satın alıyorsunuz. Fedakarlık yapmadan, duygularınızı parçalamadan, ölmeden. Belli bir miktar paraya karşılık dünyanın en şanslı kişisi olabilirsiniz. Bence kutsal bir meslek bu, tanrı da böyle düşünüyor olmalı. Biz erkekler duygusal militanlar. Hangi kadının gönlünde patlatacağın tüm nefretimizi ? Bizi en çok sevenin mi ? Yada sevilmek için tüm güzelliğinden, masumiyetinden vazgeçebilecek olanda mı ?
Konulu bir pornonun baş kahramanıyız hepimiz. Konu sevmek. Amaç mastürbasyon. Hemde hiç saklamadan. Ulu orta. Peçete niyetine kullanılan yüzler. Tüm küstaslığıyla tüm evrene çamurunu boşaltan bizler.
Bir seri katile en sevdiği müzik aletini sorduklarında 30 santimlik bir tornavida cevabını vermiş. Siz hiç onun sesini dinlediniz mi demiş. Biz de bir o kadar severiz bir şeyleri delip geçmeyi aslında. Bir kadının kaburgalarından aşkı çekip aldığımızda çıkan ses bize zevk mi vermekte ? Bu kadar mı seri bir katil olduk ?
Aslında kendi adımı kendim vermek isterdim ve baba olmak. Ama çocuklardan nefret ederim. Belki de kendi çocuğum olmadı için sevmiyorumdur. Çocuğumun adını kendisinin koymasını isterdim. Tüm yeteneğini ve sevgisini gösterecek bir isim. Annesi kadar güzel bir isim. Bir kalem traşın içine girmiş en kaliteli kalem olmasını isterdim. Sivrildikçe kısalsın. Ürettikçe küçülsün. Kendisi ölümlü yazdıkları baki kalsın. Benim gibi ölümden değil unutulmaktan korksun isterdim. Bir kez ölmüş birini ölümle tehdit etmek zaten çok saçma bir şey. Tanrı her gün yapıyor bunu. Daha 23 yaşımda saçlarımın yarısı beyaz. Yaşlandığımı bu kadar erken söylemene gerek yok tanrım. Sırtımdaki acıtılmışlıktan anlayabiliyorum zaten bunu.
Bir müziğin içindeki nakarat olmak kadar keyif veriyor aslında sevmek. Diğer tüm kelimeler unutulur ama nakarat, nakarat hep yaşar. Şarkıyı unutsalar bile nakarat hep vardır. Başka bir yazarın başka bir şiirinde geçer. “Elbet bir gün buluşacağız.”
Evet sevmek diyordum. Ne kadar çetrefilli bir orospu aslında. Ne kadar güzel. Ne kadar alımlı. Makyajın altında seri katil saklayan bir sokak sürpüntüsü. Dünyanın en güzel fahişesi.
Ama unutmayın. Fahişeler mutluluğu belli bir ücret karşılığı kısıtlı bir miktarda verirler. Kullanırken dikkatli olmak gerek.

Bunlarda ilgini çekebilir

Related Posts with Thumbnails